30.05.2017
Fred Zinnemann Sinemasında Bir Aykırı: High Noon
20. yüzyılın ikinci çeyreğinde ilk sinema filmlerini çekmeye başlayan Fred Zinnemann ilk önceleri başladığı romantik ve dram türüne ait eğlendirici filmlerini bir kenara bırakıp 20. yüzyılın ortalarında daha tabu yıkan ve belli türlerin standartlaşmış genel özelliklerini çöpe atan filmler çekmeye başladı. Onunla özdeşleşen ve Fred Zinnemann denildiğinde akla ilk gelen iki filmi “From Here to Eternity (İnsanlar Yaşadıkça – 1953)” ve A Man For All Seasons’tan (Her Devrin Adamı – 1966) ziyade Zinnemann’ı anarken “High Noon (Kahraman Şerif – 1952)” filmi üzerinde duracağız. Western türünün belirli kalıpları olan “daima kazanan beyaz erkek, güçlü ve suçluları yakalayan şerif, itaatkar halk” gibi daha pek çok çoğaltılabilecek dogma bu filmle birlikte yok olmakta.
Senaryosunu Carl Foreman’ın John W. Cunningham’ın öyküsü olan The Tin Star’dan (Teneke Yıldız) uyarlama olarak alan Fred Zinneman, bu tabu yıkıcı filmde bir yıkımı da başrole yerleştirdiği Gary Cooper’ın film anlatısı içindeki çöküşü üzerinden yontmakta. Kısacası dönemin yıldız ve popüler güçlü erkeği bu filmle birlikte o zamana kadar biçilen kaftanını yere bırakmakta.
Filmin açılan ilk kadrajlarında çalan parçanın “…erkeksem eğer cesur olmalıyım…” sözleriyle izleyiciyi alışılagelen western türüne hazırlayan yaklaşımı çok geçmeden karakterler üzerinden yarattığı içsel çelişkilerle birlikte kaybolur. Şerifin yıllar önce kasabadan sürdüğü çetenin intikam almak üzere kasabaya gelmekte oldukları haberi üzerinden öyküsünü kuran film, şerifin: “…Dönmem lazım. Kaçamam. Ama silahımda yok…” sözleri ile bu çelişkiye ve gücün metalaştığı çizgiye en büyük örnek.
Klasik western anlatısının bir başka furyası olan “kadının sevdiği erkeğin peşinden tabiri caizse ölüme bile gitmesi” varsayımı da, filmde yerle yeksan olan noktalardan. Kadın bağlı bulunduğu eşini hiç tereddüt etmeden tası tarağı toplayıp kaçmaya odaklanır.
Çoğunlukla bu türden aşina olduğumuz Amerikan bayrağı ve yargı sisteminin her şeyi çözebileceği inancı da, filmde yargıcın yargılama sembolleri diye atfedebileceğimiz sembolleri toplayarak bavuluna sığınması ile son bulur.
Halkın sürekli bir yönetici ve yönetilme ihtiyacı duyması durumu, ele alınan bir diğer konu. Şerifin yardım çağrıları için koşturduğu sıralarda “Suç varken burası daha heyecanlı” söylemi, halkın yaratılan ütopik çemberden ne kadar uzaklarda olduğunu göstermekte. Devamlı çizilen halkın masum ve korunmaya ihtiyacı olduğu imajı yerini bu anlayıştan olabildiğince uzak ama realitesi daha yüksek bir zemine koymakta.
“Erkek olmak için geniş omuzlardan daha fazlasına ihtiyacın var” gerçeği şerifin yüzüne her dakika tokat gibi çarpmakta. Ama sadece şerifin değil; keza izleyicinin de. Halkın alelade bir şekilde onlardan uzak durmasını istediği şerifle birlikte kasabada yol alırken kenarda köşede oynayan çocukların oyunları bile istenilen ve arzulanan şerif düşüne daha doğrusu düşüşüne işaret etmektedir.
Alışılagelen durumlarda bir adama aşık iki kadının çatışmasına şahit olmamız gerekirken mizansendeki iki kadın Ramirez (Katy Jurado) ve Amy Fowler Kane (Grace Kelly) el ele tutuşup kaçma planı yaparlar. Kasaba tıpkı filmin görüntü yapısının siyah – beyaz oluşu ve karakterlerin zıt kutuplarda temellendiği gibi anlatı yapısıyla da kadın – erkek ayrımının keskin çizgisinde biçim kazanır.
Şerif Kane’in hiçbir aksiyona girmeden kabullendiği ve umudunu yardımdan yana kestiği anlarda onun bu bekleyiş içerisinde tıraş olması günlük rutin inancının güçlü bir yansıması niteliğinde. Filmin yarattığı beklenti ve sorgulayıcı eleştirel yapısı içinde en sığ olan ise sonuç ya da çözülme kısmının klasik ana akım örüntüsüyle gerçekleşmesi ve ne yazık ki “iyiler kazanır, kötüler kaybeder” gibi bir grafiğe oturtulmuş olması.
Şerif Kane ile beraber beklediğimiz ve en az onun kadar bizi de geren ve güdümleyen nokta ise film akışı ile reel zamanın aynı çizgide ilerliyor olması. Filmin anlatısının da bize sunulan süre gibi seksen beş dakika olarak belirlenmesi karakterlerle aynı dinamiği paylaşmamıza olanak sağlıyor. Filmin içeriğinde sürekli devinim halinde olan ve belli noktalarda izleyiciye göz kırpan saat figürleri filmsel zaman ile filmin süresine ilişkin zaman skalasını aynı düzlemden işlemekte. Herri Bergson’un filmden uzun yıllar sonra 1960’lı yıllarda o yıllara kadar filmlerde süregelen devamlı ileriye giden zaman oluşumunu eleştirmesi; bu eleştiriye konu olan zaman kullanımının en yetkin ve yaratıcı örneğini gördüğümüzünse yadsınamaz bir gerçeği.