30.04.2017
Gelecek Günler: Anlayana, Anlayana, Anlayana…
Bir Entelektüel Olarak Nathalie
66. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde ana yarışmada yarışan ve Gümüş Ayı ile ödüllendirilen Gelecek Günler, bu hafta vizyona girdi. Fransız sinemasının yükselen yönetmenlerinden olan Mia Hansen –Love beşinci uzun metrajlı filmi olan Gelecek Günler’de, tüm yıkıntılara rağmen hayatta kalmayı başaran ve kendini yeniden inşaa eden felsefe öğretmeni Nathalie’nin hikâyesine ortak olmamızı sağlıyor.
Nathalie, Paris’te bir lisede felsefe öğretmenliği yapan, kendine has özgürlüklerle bezenmiş hayatı olan bir entelektüeldir. Ailesi, entellektüel kaygıları, annesi ve öğrencileri arasında bölünmüş hayatı, yazgısının tam ortasında patlayan bir bomba ile değişecektir. Bu bombanın tahribatını önce anlamayacak ama sonra bir başınalığın verdiği hüzünle dönüşecektir. Boşanma, anne kaybı, modern dünyaya uyum problemleri derken, Nathalie kendi olmaya ve aile duygusuna sığınmaktadır.
Gelecek Günler hem kişisel hem de toplumsal politik bir film
Film Nathalie adında bir kadının yeniden hayata tutunma, alışma ve dönüşme gibi kişisel bir hikâyesini anlatmakla birlikte sağlam bir politik zemine oturmakta. Filmin sahip olduğu bu politik zemin hem bireysel hem de toplumsal çıkarımlar yapmamızı sağlıyor. Bireysel politik hikâye daha çok Nathalie’nin kadın olma kimliği üzerinden ilerlemekte. Filmin başında gördüğümüz özgür entelektüel kadın aslında ne kadar özgür ve ne kadar kendi olabiliyor? Kocasının onu aldattığını ve ayrılmak istediğini duyduğunda söylediği gibi “Hayatımın sonuna kadar beni seveceğini düşüyordum, ne kadar aptalmışım” diyebilecek kadar bir erkeğe bağımlı yaşayan Nathalie, tüm kimliklerinin yanında evinin kadını, çocuklarının annesi ve hasta annesinin bakıcısı olarak tüm diğer kimliklerini bastırarak yaşıyor. Muhafazakar orta sınıf ahlakıyla birleşen bu kadın olma hali, Nathalie’nin gerçekte özgür olması üzerindeki en temel engeli teşkil etmekte. Nathalie özgürlük ve bireycilik konusunda yazan tüm filozofları bildiği halde gönüllü bir şekilde özgürlüğünü insanların eline vermekte.
Aydının Sorumluluğu Nereye Kadar?
Filmin toplumsal politik yanı ise daha çok aydın sorumluluğu üzerinden tartışılmalı diye düşünüyorum. Nathalie iyi bir felsefe öğretmeni olduğu gibi, yazan ve okuyan bir akademisyen de aynı zamanda. Ama sadece bilim yapmak ve ders vermek sanki ona yetiyor. Filmin başında genç öğrencilerinin ilerleyen yaşlara alınan emeklilik hakkı için yaptığı eylemi yara yara geçen, bu eylemin anlamsızlığı üzerine konuşan Nathalie ne kadar çağının tanığı?
Aydının politik duyarlığı meselesi 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana oldukça çok tartışılan bir konu. Aydının toplumsal olaylara duyarlılığı sadece yazılarında ya da anlattıklarında mı olmalı yoksa, aydın sokağa inmeli mi? Sokakta ve aktif mücadelenin içinde aydın yer almalı mı, sorusunu kavramsal olarak ilk soranlardan biri Nathalie gibi bir Fransız felsefeci olan Jean Paul Sartre. Sartre’a göre aydın çağının tanığı ve vicdanı olmak zorunda. Aydın ister yazı masasında ister sokakta olsun, insanı insanı yapan değerleri savunmalı ve insana dair sorunlara sırt çevirmemelidir. Sartre’ın varoluşçu yaklaşımını destekleyen bu savunusu aynı zamanda Dostoyevski’den devşirme bir cümle ile ifade edilebilir: “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” Sartre “Aydınlar Üzerine” adlı eserinde sınıf çatışması, ulus ya da ırk çatışması ve egemen sınıfının yarattığı baskıya karşı aydının ezilenin yanında olması gerektiğini Marksist bir bakış açısıyla savunmaktadır. Ve Sartre’a göre aydın gerekiyorsa sokağa inmeli protesto etmeli ve her daim muhalif olmalıdır. Aydın olmanın doğasında bu vardır. Filmin bir yerinde Nathalie’nin sesli olarak düşündüğü toplumsal sorunlara karşı imza kampanyalarının ne kadar anlamlı olduğu meselesi ile su yüzene çıkan aydın aymazlığı ve aydınlığı sadece popüler kültüre karşı olmakla sınırlı gören yaklaşıma karşı Nathalie de değişecektir.
Aşk Mümkün müdür Hâlâ?..
Eşinden ayrılan, annesini kaybeden ve annesinin kedisi Pandora ile kalan Nathalie, izlediği Aslı Gibidir filmi ile yeniden âşık olmayı, beğenilecek ve arzu edilecek bir kadın olmanın yollarını sorgular. Ama kendini bulduğu yer koskoca bir vadinin ortasında eski öğrencisi Fabien’in komün hayat evidir. Yazdığı felsefe kitabının kapağını bile değiştiremeyen, kitaplarının raflarının düzeniyle izole bir hayat yaşayan, eli taşa değmeyen bir kadın için bu, çok farklı bir yaşam şeklidir. Doğaya tutunur, farklı formlarda aile olma şekillerine inanır ve artık orta yaşlı bir büyük anne olarak hayata devam edebileceğini bilir. Nathalie’nin vuslata eremeyen tüm hikâyeleri huzura kavuşmuştur.
Mia Hansen-Love filmde felsefe öğretmeni karakterini annesinden esinlenerek yaratmış, gerçek hayatla paralelliklere sahip olan film uzun bir çalışmanın ve çok iyi bir senaryonun eseri. Bu iyi senaryo çok iyi hayata geçirilmiş. Nathalie karakterine hayat veren Isabelle Huppert, her zaman olduğu gibi başka diyarlara yolculuk yapmamızı sağlıyor. Yüzünün her ifadesinde farklı bir Nathalie taşıyan Huppert’e inanmamamız imkansız. Filmin öne çıkan diğer bir ise yanı muhteşem müzikleri. Filmin çeşitli bölümlerindeki duyguya tam uygun bir şekilde kullanılan yer yer klasik yer yer popüler müzikler aynı Nathalie’nin duygu gel gitlerine benzemekte.
Kuşkusuz “Gelecek Günler” senenin en iyi filmlerinden ve yönetmen Hansen-Love’ın kariyerindeki en önemli dönemeç. Ülkemizde bir sene gecikmeli olarak vizyona giren bu filmi seyretmenizi öneriyorum.
Ve sanırım….
Hayat korktuğumuz yakınlıklarda gizli…
Gelecek günler; telaşta, bekleyişte, hüzünde ve bir bebek kokusuna duyulan özlemde… Anlayana, anlayana, anlayana…
Kaynakça:
Jean Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, İstanbul: Can Yayınları, 2000.