06.05.2021

Hayaletler: Mahallelerde Yeni Türkiye Kurulurken Sinemamızda Yaratıcı Yeni Bir Soluk

Azra Deniz Okyay’ın yazıp yönettiği Hayaletler, 17 Nisan Cumartesi MUBI ile otuz ülkede çevrim içi gösterime girdi. Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, İrlanda, İzlanda, Danimarka, İsveç, Norveç ve İtalya gibi birçok farklı ülkede “Günün Filmi” olarak seyirciyle buluşuyor.

Film dünya prömiyerini 77. Venedik Film Festivali’nde yaptı ve İtalyan Film Eleştirmenleri Birliği (SNCCI) tarafından düzenlenen Uluslararası Eleştirmenler Haftası bölümünde en iyi film seçilerek Büyük Ödül’ün de sahibi oldu.

Hayaletler’in ödüllerle zenginleşen festival yolculuğu Antalya, Selanik, Varşova ve Kazablanka’da devam etti. Ayrıca Çevrim İçi Film Eleştirmenleri Birliği, Middle East Eye, Altyazı, Bantmag gibi yayınların 2020’nin en iyi filmleri listelerinde de kendine yer buldu. Londra merkezli bağımsız sinema dergisi Middle East Eye filmden “Türkiye sinemasında İstanbul, bu kadar canlı, özenli ve doğru bir şekilde çok ender resmedildi” sözleriyle bahsetti.

Hayaletler, 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde beş ödül birden kazandı. Festivalin Ulusal Uzun Film Yarışması’nda En İyi Film ödülünü jürinin; “Zamanın ruhunu soğukkanlılıkla kavramış ve içinde yaşadığımız karanlığı cesaretle anlatan, alışılagelmiş kalıpları kıran, bizi şaşırtan ve sarsan, sinemamız için benzer çalışmalara ilhâm olacak güçte bir film” gerekçesiyle alan Hayaletler ayrıca Azra Deniz Okyay’a En İyi Yönetmen, Ayris Alptekin’e En İyi Kurgu, Nalan Kuruçim’e En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve Emrah Özdemir’e En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dallarında ödüller de getirdi.  36. Varşova Film Festivali‘nde Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI) Ödülü’nü kazanan film, Bulgaristan’dan Mladen Plechevski, Polanya’dan Maria Dybcio ve Mateusz Tarwacki, Romanya’dan Elena Diana Smeu ve Georgiana Musat’tan oluşan Genç FIPRESCI Jürisi tarafından da En İyi Film seçildi.

61. Selanik Film Festivali de filmin başarısını göz ardı etmedi. Selanik’ten de iki ödül birden geldi. Ödüller önemli elbette ama ödüllerin gerekçeleri de filme getirilen yorumlar açısından çok önemli. Selanik’ten ilk ödül Yunan Parlamentosu tarafından verilen ve insan hakları konusunda en ilham verici filme sunulan İnsani Değerler Ödülü idi. Yunan Parlamentosu televizyon kanalının programcıları Aris Fatouros, Kostas Dimos ve yönetmen Vassilis Douvlis’ten oluşan jürinin uluslararası yarışmadaki on iki filmi değerlendirdiği ödülün gerekçesinde “Yenilikçi ve ikna edici bir bakışla donatılan film; zıt uçlar, isyan ve şiddetle parçalanmış bir toplumu gözler önüne sererken, yaşadıkları baskıcı koşullara direnen farklı kadın karakterlerin yollarını usta bir anlatıyla haritalandırıyor” denildi. Bu festivaldeki ikinci ödül ise dünyanın en önemli kadın sinemacı örgütlenmelerinden Women in Film & Television’dan (WIFT) geldi.

Toronto merkezli olan ve uluslararası ağında on binlerce kadın sinemacıyı barındıran WIFT’in kamera önü ya da arkasındaki kadın sinemacıların varlığına sunduğu The WIFT GR Ödülü’nü Azra Deniz Okyay kazandı. Festival programında yer alan tüm filmleri değerlendiren ve Yunanistanlı kadın yönetmenler Antonietta Angelidi, Manina Zoumboulaki ve Effie Skrobolas’tan oluşan Greek Chapter of WIFT jürisi, “Karanlığa gömülmüş bir dünyaya net bakışı, ötekiliğin film içindeki anlatısı ve sinematik tasviri; ve yıpratıcı ataerkilliğin güçlerine karşı cesur duruşu için” bu ödülü Azra Deniz Okyay’a verdiklerini açıkladı.

Sadece festivallerde aldığı ödüllerle değil ama aynı zamanda yayınların da en iyi film listesine giren Hayalet’lerin bu başarılarından özellikle söz etmek istedim. Sinemamızdaki bu derin soluk kendisine gösterilen tüm ilgileri hak ediyor.

Aynı şehirde yaşayan farklı kültürler, insanların birbirinin yakınından geçen hayatları

Tüm ülkede elektriklerin kesildiği bir günde dört farklı karakterin kesişen hikâyelerini anlatan Hayaletler’in bu kadar beğenilmesinin nedeni nedir? Bu sorunun yanıtı bir filmi sinema filmi yapan birçok ayrıntıda gizli. Bu yazıda belki de bunların hepsinden bahsedemeyeceğim. Bazılarını filmi bir kez daha izlediğimde bulabileceğime eminim çünkü karşımızda çok katmanlı, ezberleri bozmaya aday, yaratıcı izleyiciye yapılmış güçlü bir film var.

Hayaletler de yönetmenin tıpkı kısa film çalışmaları gibi düşündürücü ve yaratıcı. İzleyiciyi de aktif kılan, düşünmeye iten, insanları tartıştıran filmleri seven yönetmenin Hayaletler filmini ve önceki kısa filmlerini izleyince kendi içinde izleyiciyle paylaşmak istediği dertleri olan ve kendine bir tarz yaratmış bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Azra Deniz Okyay farklı kişilerin karakterlerini başarıyla birleştiriyor. Sadece Hayaletler’de değil kısa filmi Küçük Kara Balıklar’da da olduğu gibi. Küçük Kara Balıklar’da hem kendisinin Fransa’da illegal yaşadığı dönemin etkileri var hem de Ermenistan’dan İstanbul’a çalışmak için gelen ve burada kaçak yaşayan Maral’ın hayatı. Fransa’ya okumaya giderken babasının ona “Küçük balık küçük gölde yaşar, büyük balık büyük gölde, git ve büyü” dediğini söylüyor. Aynısını Maral’ın dayısının da ona söylediğini duyunca, Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık öyküsü de edebiyat dağarcığında yer edince ortaya Küçük Kara Balıklar kısa filmi çıkıyor.

Hikâyelerini anlatırken izleyiciyi belgesel tarzla kurmaca arasında götürüp getiriyor. Hayatın kendi içinden sağlam gözlemlerle oluşan olaylar ve karakterlerle gidiyor film. Azra Deniz Okyay bir söyleşisinde oyuncularının bu kadar doğal olmasını onlara ters köşe yaptırarak sağladığını söylüyor. Konuyla ilgili değil ama günlük yaşamda farkında olmadan yaptığımız sıradan konuşmalar filme belgesel tadı veriyor. Pedin var mı yok tampon var gibi. Belediyede temizlik işçisi olarak çalışan İffet o kadar gerçek ki sokakta yanınızdan geçip giden herhangi bir kadına İffet diye seslenebilirsiniz ki yönetmende o karakteri yazarken sokakta gördüğü bir kadından esinlenmiş.

İstanbul şehri kadar karmaşık, dinamik, İstanbul kadar güzel

Birkaç katmanın bir arada yol aldığı izleyicinin kafasını yaratıcı tarzda karıştıran bir film Hayaletler. Kurgusu da aynı şekilde. Tıpkı İstanbul’un kendisi gibi. Filmi ilk izlediğimde İstanbul şehri kadar dinamik, İstanbul şehri kadar iyi ve kötü enerjileri veriyor, İstanbul şehri kadar güzel diye düşündüm. Filmin matematiksel bir dengesi var.

Sadece hikâyelerin anlatımı değil ama aynı zamanda karakterler de ayrıntılarla örülmüş. Aynı mahallede farklı kültürden insanlar birbirine çok yakın yaşıyorlar, aralarında çatışmalar oluyor. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Tüm karakterleri tek tek sırayla tanıyoruz. Dikkatli izleyiciler filmi kafalarında bölümlere ayıracaklardır. Mülteci gençleri kazıklayan zamanın adamı, “Yeni Türkiye Yeni Yaşam” sloganıyla beslenen, kum gibi dökülen evleri yıkarak yeni Türkiye’yi inşa edecek, şehrin ruhunu yaşatan eski evlere ağzının suyu akarak bakan inşaatçılar, feminist protestolar, geçim sıkıntısı içindeki belediye işçisi kadın, evsizler. Tüm bunlar filmi çok kalabalık yapıyor, tıpkı İstanbul gibi.

Olaylar elektrik kesintisinin şehre hatta Türkiye’ye yayıldığı bir günde geçiyor. Günün gecesinde başlayan film sabaha dönüyor, sonra gene geceye. Azra Deniz Okyay kısa süren çekim günlerinde mahallenin bir günden diğerine değiştiğine şahit olduklarını söylüyor. Ayrıca mahalleliyle dost olduklarını hatta çekimlerde onlardan yardım aldıklarını da söylüyor. İşte bu noktada yönetmenin etiği devreye giriyor. Azra Deniz Okyay, çekim yaptıkları mahallede muhtara söz verdiklerini ve başka yönetmen arkadaşlarıyla da oraya gidip onlara bir şeyler öğreteceklerini söylüyor. Tıpkı filmde de gördüğümüz gibi. Böyle böyle dünyada değişimin olabileceğine inanıyor, sadece film yaparak değil.

Şehirlerin sesini dinleyen yönetmen

Filmin yönetmeni Azra Deniz Okyay on altı yaşındayken ilk kısa filmini çekmiş. Deneysel ve video artvari bir şeydi diye tanımlıyor bu filmi. Film hakkında çok bilgim yok ama hayatın tam da içinden bir deneyim olduğunu biliyorum. “Cengiz” isimli bu kısa filminde sokaklarda karakteriyle birlikte zaman geçiriyor. Azra Deniz Okyay aynı zamanda fotoğrafa da meraklı bir genç kız o yıllarda. On dört yaşındayken fotoğraf sanatçısı Dora Günel’e asistanlık yapıyor. Ailesinin işinden dolayı da şehirlerin diline kulak veriyor. Paris’te Sorbonne Nouvelle’de lisans ve yüksek lisansını yaparken bir yandan da sosyolojiye olan merakı onu sosyoloji bölümüne götürüyor. Deneysel bir belgesel çalışması olan “Sulukule Mon Amour” yıkılan Sulukule’yle ilgili. Bir yeri korursan oradaki hikâyeleri de, aileleri de koruyabilirsin diyor yönetmen.