26.04.2018
Her İzlendiğinde Mutlu Eden Filmler
Zekican SARISOY
Nuovo Cinema Paradiso (1988)
Belli aralıklarla izlediğim filmler listesinde olan Nuovo Cinema Paradiso, son dönemde beni mutlu etmenin yanı sıra ayrı bir hüzünlendirir. Sinemaya olan sevgi ve tutkunun salondaki herhangi bir koltuğa oturduğunda başladığına olan inancımız, o koltuklara defalarca oturan bizlerin bir zaman sonra oturamayacağımızı anlamamızla büyük bir üzüntü yaratır. Filmi kaçırmamak ya da geç kalmamak adına yarışılan zaman, bir daha yarışılmamak üzere yarış parkurunun yerine daha başka bir yapı yapılandırılmasıyla son bulur. Bize pek de uzak olmayan bu filmin hikâyesinde en başta belirttiğim mutluluk kavramı ise küçük Totò’nın (Salvatore Cascio) o heyecanla film negatifine bakan gözlerinde ve Sicilya halkının defalarca izlediği ve üstelik dönemin kilise kontrolünde var olmaya çalışan filmlerine rağmen kapısını aşındırdığı sinemanın büyüleyici ruhunda gizli.
Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain (2001)
Olabildiğince şiirsel bir üslupla 2000 sonrası sinemanın farklı yapıda filmlerinden birine imza atan Fransız yönetmen Jean – Pierre Jeunet, Audrey Tautou ile adeta bir peri masalı okuyormuş hissiyle hikâyesini işliyor. Modern yaşamın içinde kelebek etkisi dediğimiz unsuru Amelie adındaki genç bir kadının üzerinden yontan bu masal acaba başroldeki Audrey Tautou olmasaydı başka kim olabilirdi yanılsamasını hep yaratıyor. Ve aslında hikâyenin sanki başrol oyuncusu üzerinden yazılmış gibi bir hissiyat bırakması en çok düşündüren şey. Bu minimalde olabilecek en iyi kıvamda seyreden filmin beni mutlu eden yanına gelecek olursak, mutluluğu dağıtma görevini üstlenen bu kadının kendi mutluluğunun nerede olduğunu unutması yatıyor. Tıpkı devamlı posta dağıtan bir postacının bir zaman sonra kendine hiçbir şeyin postalanmadığını fark ettiği hikâyede olduğu gibi Amelie’nin altında yatan bu ikilem ve bu ikilemin eşiğinde notalarıyla eşlik eden Yann Tiersen var. Şüphesiz bu zamana kadar çıkan film müzikleri içinde ayrı bir yeri olan Tiersen’in bu film için kaleme aldığı parçalar işte bu mutluluğu ikiye katlıyor.
Happy – Go – Lucky (2008)
Mike Leigh filmografisi içinde belli bir sınırlandırma yapmak öyle zor ki! Bu Britanyalı yönetmenin yarattığı her karakter sanki yan komşumuzmuş gibi gerçek. Her bir filmi izlerken bu karakterlerle arkadaş olmayı istemek eminim benim olduğu kadar pek çok sinefilinde arzuladığı şeydir. Neredeyse her filmde yönetmenin karakterler üzerine kopyaladığı aksanı bozuk dil kullanımı, kadınların edilgen değil etken rol modeldeki yapısı ve pek tabi karaktererin zemine sağlam basan dünya görüşü bir erkek sinemasında bu kadar yapıcı ve fevkalade bir kadın hikâyesi nasıl olmalı sorusunun cevabını veriyor. Çok iyi bir gözlemci olduğunun sinyallerini filmlerine santim santim işleyen Leigh sinemasında Happy-Go-Lucky’nin yeri bende ayrıdır. Bunda o her yerde yazan basma kalıp “optimist (iyimser)” karakter terimi değil etkili olan. Keza karakter öyle göze sokulan cinsten bir iyimser imaj hiç mi hiç çizmiyor. Bu yerinin ayrılığı ve mutlu hissettiren yanı Sally Hawkins’in hayat verdiği Pauline Cross ya da onun kendine biçtiği isimle Poppy karakterinin evrene ve bu evrende dönüp dolaşan karakterlere baktığı pencereler.
https://www.youtube.com/watch?v=jCI96syZYaA
Dosya Editörü: Zekican SARISOY