23.05.2016
ELEŞTİRİ: Hunger Games Mockingjay-Part1
Suzanne Collins’in “Açlık Oyunları” kitap üçlemesinin son cildi, sinemada iki bölüm olarak gösterilecek. Serinin ikinci filmi The Hunger Games: Catching Fire’ın sonunda “13. mıntıkanın” hala var olduğunu ve Başkent’e karşı mıntıkaları birleştirecek bir plan yapıldığını öğrenmiştik.
The Hunger Games: Mockingjay-Part 1, Katniss Everdeen’in gözünü 13. mıntıkada açmasıyla başlıyor. 13. mıntıkanın savaş sırasında yer üstünde yok olduğunu; ancak savaştan sonra sağ kalanların mıntıkayı yer altına taşıyıp, orada bir yaşam alanı oluşturduklarını Katniss ile beraber öğreniyoruz. Serinin son filminin bu ilk bölümünde, 13. mıntıkadakilerin Katniss’i insanlara umut aşılayıp, onları hareket geçiren kişi olmaya (“Mockingjay”) ikna etme çabası ile Katniss’in kendi iç dünyasında yaşadıkları anlatılıyor.
Bu filmde de Katniss, duygusal, ailesi ve sevdiklerine düşkün, aynı zamanda cesareti ile de insanları harekete geçirecek bir lider karakteri olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Ancak Katniss’in ne istediği ya da mücadele ederken hangi duygularının ön planda olduğu net olarak belli olmuyor. Katniss’in bütün mıntıkaların bugüne kadar uğradığı zulme, artık boyun eğmek istemediği için ayaklandığını düşünmekle birlikte gerçekten bir “devrimin” peşinde mi olduğunu kestiremiyoruz. Katniss’in derdinin temelini, Peeta’yı kurtarma isteği oluşturduğundan; Katniss’in mücadelesinde bir sınır var mı sorusu aklımıza geliyor. Filmde yer yer 13. mıntıkanın kuralcı yapısına getirilen eleştiriler, var olan düzeni bozma iddiasındakilerin, başa geçince aynı zorbalığa devam edebilir, düşüncesinin dile getirilmesi ve arzu edilmesi gerekenin “devrimden” ziyade “demokrasi” olarak ifade edilmesi çoğu Hollywood örneğinde gördüğümüz Amerika’nın dünya üzerinde uyguladığı siyasetin bir yansıması olarak değerlendirilebiliriz. Bahsedilen bu durumu, Katniss’in yaşadığı kimi kafa karışıklığıyla beraber düşünecek olursak, isyan eden bir toplumu ve ona önderlik edecek kişinin hayatını izlerken; bir yandan da duygusallığın ön planda tutulup aşk filmi hissiyatının verilmek istendiğini anlayabiliriz. Sahne ve duygu geçişlerinin çok hızlı değişmesinin bu durumu daha da güçlendirdiğini söyleyebiliriz.
The Hunger Games: Mockingjay-Part 1’de bu kadar çok duygusal yapının kuvvetli olduğu sahnelerin ağırlıkta oluşu, aksiyon sahnelerinin The Hunger Games: Mockingjay-Part 2’de olacağını hissettiriyor. Hikayenin anlatım tarzı ve kurgusu filmi, az bölümlü bir dizi-filme büründürüyor. Philip Seymour Hoffman’ı beyaz perdede tekrar görmek hoş bir duygu olsa da yan karakterler Katniss ile karşılıklı diyalogları dışında filmde parlayamıyorlar. Serinin diğer filmlerinde olduğu gibi aynı tavır ve postürle oynayan Jennifer Lawrence bazı tiradlarıyla bizleri etkilese de performansının çok etkileyici olmadığını söyleyebiliriz.
Serinin ilk filmiyle paralel bir anlatıma sahip olsa da ikinci film, karakterlerin filme oturmasıyla birlikte akıcılığı daha da kuvvetlendirmiş ve seriye bir ivme kazandırmıştı; ancak final filminin ilk bölümü bu ivmeyi hayli aşağılara çekiyor. Son olarak; The Hunger Games: Mockingjay-Part 1’in serinin hayranları için hayal kırıklığı olduğunu ve bu tarz filmleri sevenlerinin ise beklentilerini düşük tutmalarını tavsiye ederken, seriyi iyi hatırlamamız için Part 2’nin çok etkileyici olması gerektiğini düşünüyorum.