29.05.2017

İFF Uluslararası Yarışma: Son

Bu “Son” Olsun

Fransız sinemasının genelde festivallerde boy gösteren yönetmeni Guillaume Nicloux, yeni filmi “The End – Son” ile İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde boy gösteriyor. Usta oyuncu Gerard Depardieu’nun varlığıyla izleyicileri filme çekmeye çalışan yapımın, açıkçası ne yapacağı merak konusuydu. Bakalım yeterince etkili bir filme imza atılabilmiş mi?

Filmin konusunu kısaca özetlememiz gerekirse; L’homme (Gérard Depardieu) yatağından kalktığı gibi ava çıkıp rutin yaşamını sürdürmeye çalışan bir adamdır. Ancak işler yolunda gitmeyip ormanda koymasıyla beraber ne olduğu anlaşılamayan bir yolculuk başlar.

Türkçe Son ismiyle gösterilen The End’in iki büyük kozu kendi içinde barındırdığı söylenebilir. Bunlardan ilki tabii ki Gérard Depardieu… Özellikle filmin yurtdışı satışlarına da pr desteği sunacak olan oyuncunun ismi, filmin cezbedici noktası olarak öne çıkıyor. Filmi adeta tek başına sürüklemeye çalışan oyuncu, çoğunlukla monologlarıyla filmin içinde dikkate değer bir performans sergiliyor. Ancak belli bir süre sonra Gérard Depardieu’un dev cüssesinden ve karakterden sıkılıyorsunuz. Çünkü ana karakterin hiçbir albenisi yok. Bilhassa bakımsız, sağlıksız bir adamdan başka bir noktaya konumlandıramadığımız bir karakter olarak izleyicinin sempatisini kazanamıyor.

Filmin diğer artısı ise koca bir ormanın içinde yaratılan tekinsiz atmosferin olduğunu söylenebilir. Gizemli olayların ardı ardına geldi film, tam olarak olmasa da post apokaliptik bir havaya bürünüyor. Belli bir noktadan sonra hayatta kalma filmine evriliyor. Olan tüm olaylar akıllarda soru işaretleri bıraktığından dolayı, senaryonun nasıl bağlanacağı meselesi filmi sürükleyen temel etkene dönüşüyor.

Yönetmen Nicloux işte bu noktada film hakkında yanlış kararlar vermeye başlıyor. Bilhassa film içerik anlamında bomboş bir sayfaya benziyor. İzleyiciye ipuçları verse de, sırrını saklamayı yeğliyor. Bu yüzden de filmi nereye çekseniz oraya bükülecek bir kıvama geliyor. Bir anlamda varoluşçu bir yanının olduğu aşikar ama öteki persfektiften bakıldığında seyirci aptal konumuna düşürülüyor.

Bunun temelinde ise amaçsızlık var. Film hiçbir filmin yapmaması gereken klişelikte bir finalle, aslında insanların anlam yüklemek istedikleri doğruların hepsini çöpe atarak izleyicinin zamanının boşa harcandığını bildiriyor. Üstelik bu durumu ne eğlenceli, ne de belli bir mantık örgüsüne bağdaştırarak gerçekleştirmiyor.

Geliştirilemeyen hikaye kolaycı yollara saparak, beklentileri karşılamıyor ve hayal kırıklığına uğratıyor. Filmin bütününe baktığımızda sinema adına da iyi bir işçilik çıkartıldığı söylenemez. İşte bu yüzden de çarpıcı bir sahne dışında, filmin akılda kalıcı neredeyse hiçbir imgesi yok. Bu yüzden de kaybetmeye mahkum bir filmin temelleri atılıyor.

Sonuç olarak çoğu izleyicinin vakit kaybı olarak göreceği bu tip filmlerin, gerçek anlamda şekillendirilmeden tamamlanmasının sakıncalı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu tip finalle biten filmlerin de artık “Son” bulması dileğiyle uzak durulması gereken filmler listesine ekliyoruz. Ama ille de merak ediyorsanız tabii ki izleyin, ben uyarımı yapmış olayım dedim.