14.05.2016

Kameranın Başındaki Kadınlar

Hepimiz onları çok seviyor ve sahipleniyoruz. Hem onları, hem de dünyaya baktıkları katışıksız kadrajlarını. Hele ki yıllarca tek ses olarak çivilenen erkek sesine maruz kalmış bir coğrafya sinemasındaysanız, sizin için çoğu kez onlardır ilham ve umut verici olan.

Kadın sinemacılar… Onları ayvaz konumlu kadrajda sıkıştıkları dar bir alanda, hep tek bir amaç ya da gaye için koştururken gördük. Hatta gayeler dizisi… Ezdiği, yıprattığı erkeğe acı çektiren ve çektirmeye mecbur kılınan, namus kavramının kötücül arkesini doğuran ve doğurmak zorunda olan, bu yükü sırtlanmaya muktedir olan ve kısacası dünyaya kötülük tohumlarını atan. Adem ile Havva çok uzaklardayken bu kadar tesir iken; mutluyuz ki aynı efsane bu coğrafyada yeşermemiş. Zira satravın var gücüyle itelendiği kadın olmak kavramının hep daha kötüsünü tasvir edip, ucuz atlattık dediğimiz şey kim bilir ne olurdu?

Aşağılanmışlık sendromu için bir özne gibi çok rahatça algılanabilecek “sinema ve kadın” ilişkisinin batıda başladığı yirminci yüzyıl ortaları, bizde aynı yüzyılın sonlarına denk düşer. İşte bu yüzdendir ki bu ikiliye duyduğumuz heyecan ve umut yersiz değildir. Başta dünya sineması olmak üzere ülke sinemasında kadın sesini kadrajın önünde değil; arkasında daha çok görmek ümidiyle.

Agnes Varda

Agnès Varda (“La Pointe Courte”u Yönetirken – 1955)

Alice Guy – (“Blaché Fra Diavolo” Setinde – 1912)

Lois Weber (Ekip ile Birlikte)

Dorothy Arzner (“Merrily We Go to Hell” Setinde – 1932)