18.08.2016
Karakter Mutfağı: Don Draper
Amerikan Rüyasının Issız Adamı
Efsane dizi Mad Men. Onun bir o kadar efsane karakteri Don Draper. Sopranos gibi bir başka muhteşem dizinin prodüktörü ve yaratıcısı olan, Tony Soprano bünyesinde anti-kahramanlığın kitabını yazmış Matthew Weiner’ın dehasının bir eseri. Yine Weiner’ın mükemmel seçimi Jon Hamm’in harikalar yarattığı karakter. Yoksa bu kadar kusurlu bir karakter nasıl sevilebilir, değil mi?
Donald Draper bir ıssız adam ama öyle malum filmdeki gibi üste emaneten geçirilmiş bir persona değil bu, ciddi ciddi ıssız bir adam Donald, ya da herkesin hitap ettiği adıyla Don Draper. Yoksa Dick Whitman mı demeliyiz? Çift kimliğinden ötürü bir türlü ait olduğu yeri bulamamış, kendisini son derece mutsuz etmiş bir çocukluk yaşadığı geçmişine sünger çekip yepyeni bir hayat kurmak isterken yarattığı yalan dünyanın içinde daha yalnız kalmış bir karakter. Öte yandan, karısının, çocuklarının, sevgililerinin ve de iş arkadaşlarının fazla yakınlaşmasına izin vermeyen ve eğer verirse belki de aslında ne kadar “sahte” olduğunun ortaya çıkacağından korkan gerçek bir ıssız adam. Her daim diken üstünde yaşayan, ne yaparsa yapsın gizli aşağılık kompleksinden kurtulamayan bir adam.
Annesi bir fahişe babası ise belli olmayan, genelevde büyümüş hayata kızgın bir adam. Kendi kendini baştan yaratmasa, savaş kahramanı bir asker olan Donald Draper’ın adını çalmasa, fakir, ezik ve asla sevilmemiş Dick Whitman olarak kalsa belki de reklamcılıktaki dehasını hiç ortaya çıkaramayacak olan adam. Bu yüzden de Don (eski) karısı Betty’nin kendisiyle yüzleşirken sorduğu “Sen olsaydın seni sever miydin?” sorusuna “Beni sevmene şaşırmıştım zaten” diye cevap vermiştir. Gerçek anlamda hiç sevilmediğini zira kimsenin sevgisine layık olmadığını düşündüğü için de Betty’i olması gerektiğini düşündüğü gibi sevmiştir. Uzak bir ideali sever gibi. Surete aşık olur gibi.
Don Draper karısı Betty’i devamlı aldatır. Kendisinden yaşça çok küçük olan ikinci karısı Megan da sonradan aynı akıbeti paylaşacaktır. Sevmediklerine ve de sevdiklerine hayatı zehir edebilir. Kişiliğinin bütün zayıf yanlarının son derece farkında olduğu için karşısındakini kitap gibi okur ve rahatça manipüle edebilir. Ancak bütün bunların yanında yaptığı ufak bir jest veya centilmenlik, maalesef karısına değil belki ama şirket müşterilerine, çalışma arkadaşlarına olan sadakati ve çocuklarına olan şefkati onu bir anda sempatik kılıverir.
Öncelikle tıpkı bir baba veya ağabey gibi kol kanat gerdiği, zamanın nadir kadın reklam yazarlarından olmasını sağladığı Peggy, ellili yılların açıkça cinsiyetçi ortamında asansördeki genç kadının yanında ileri geri konuşan iki kendini bilmeze verdiği ayar, American Airlines gibi ağır top yerine küçük ve lokal bir şirket olan Mohawk Havayollarına sadık kalmayı tercih etmesi, şirkete senelerini vermiş eski toprak Freddy Rumsen’in kovulmasına karşı çıkması, karısı Betty istediği halde oğlu Bobby’i dövmeyi reddetmesi gibi detaylar birer artı olarak yazılı verir hanesine. İşte Weiner öyle incelikle örmüştür ki bu karakteri seyircinin Draper ile kurduğu sevgi-nefret ilişkisi onu vazgeçilmez kılar. Sonuçta seyirci öyle bir kıvama gelir ki her ne yaparsa yapsın Dick Whitman’ın küllerinden yeniden doğuşunu destekler olur.
Öte yandan, her ayağı takılıp tökezlediğinde, dibe vurmaya her yaklaştığında ise marazi bir keyif alır. Çelişkilere gark olur. Bu yüzden de çok başarılı bir karakter çizimidir Don Draper. Bu arada, Weiner’ın Don Draper karakterini yaratırken 1950li ve 60lı yılların ünlü reklamcısı Draper Daniels’dan ilham aldığını söylediğini hatırlatayım. Don Draper dizide nasıl Lucky Strike ile açılışı yapmışsa, Draper Daniels da Marlboro Man’in yaratılmasından sorumludur. Denildiğine göre en az Don Draper kadar zeki, karizmatik ve yaratıcıdır.
Dizinin bir başka karakteri Harry Crane, Draper’i çözmeye çalışan Pete Campbell’a “Draper? Kim ne biliyor ki bu adam hakkında? Batman bile olabilir” der bir gün. Gerçekten de Don Draper bir tür yeni nesil süper kahramandır. Dick Whitman iken kendine güvensiz ve hatta korkak ancak Don Draper iken Batman’dir. Superman’dir. Spiderman’dir. Hatta James Bond’dur. Takım elbise onun için yaratılmıştır. İstediği her kadını elde edebilir, içtiği içki, nasıl içtiği bellidir, bir Aston Martin’i eksiktir. Ah bir de İngiliz aksanı tabi. Her şey bir yana kendisini yoktan var etmiş bir Amerikan rüyasıdır Don. Sıfırdan başlamış ama herkese nasip olmayan yaratıcılığını ve de karizmasını kullanarak kardeşinin aksine hayatta kalmanın (ya da kalamamanın) çok ötesinde, hayatın bedenleşmiş halidir.