06.05.2016

Karakter Mutfağı: Edie Sedgwick

Zavallı Zengin Küçük Kız

“Altmışlarda bir kişi beni kendine hayatımda tanıdığım herkesten daha fazla hayran bıraktı. Tecrübe etmiş olduğum bu hayranlık hissi aşkın bir çeşidine muhtemelen çok yakındı” diye ilerleyen yıllarda verdiği röportajlarda ekliyor Andy Warhol. Kastettiği ve etkiendiği kişi bir dönem filmlerinin malzemesi olan Edie Sedgwick’ten başkası değil.

Eğitim aldığı sanat okulunun akabininde sadece bu eğitimi devam ettirmek amacıyla değil aynı zamanda dünyayı ve içine aldığı sanat anlayışını yeniden şekillendirdiğine inandığı Warhol’un yamacında yer almak için Amerika’ya seyahat eder genç kadın. Nitekim bu zaman makinesinden fırlamış adamın yanında yer alır. Hem Warhol’un yanında, hem de Warhol’un fabrikasında. “Bir gün herkes on beş dakikalığına ünlü olacak” diye belirten Warhol’un sanatçı kimliğinden arındırıp, şöhret ve onun efektif etkisine uğurladığı genç kadın, fabrikaya yolu düşen herkesin olduğu gibi bu büyüye kapılmaktan kendini alamaz. Ne için yahut ne amaçla geldiğini elbette bilen ancak bunu rasyonalize eden Edie, sanat ve onun büyüttüğü sanat ağacı felsefesini Warhol’a olan hayranlığı ile kamufle eder. Genç bir sanatçının kaç sergi açarsa açsın, kitlelere ne kadar ulaşırsa ulaşsın yüksek ökçelerde değer biçemediği sayılara bir anda ulaşması ve ışıkların ardı ardına patlaması tamamiyle reel evren içinde konumlandırılan distopik mekan yani fabrikanın başarısı haline gelir. Herkesin içine girmek için usul usul savaştığı mekan “Ne kadar düşersen düş, sıçrayışın o kadar yüksek olur” felsefesini de alaşağı eder. Fabrikada on beş dakika, on beş gün varolan karakterler tıpkı fabrikanın o yapay duvarları gibi öyküler kuran, bu öykülere başat malzeme olan sonrasında ise tüketilen ve yerine yenileriyle değiştirilen metalar haline gelir. Warhol ve onun renkli ‘bir varmış, bir yokmuş’ dünyasında sıkışan karakterler esas düşüşünü de yine Warhol üzerinden yaşarlar. Nitekim geride kalan yüzyılın ortalarından itibaren genel kanı haline gelen tepkisellik ve beslenilen her şey/şeylerin aslında beslenmekten ziyade birer tüketim halkasına hizmet ettiği algısı fabrikanın içinde sadece balonları, uçurtmaları değil bireyleri de birer yenilen ve içilen malzeme olarak görür. Rafa yerleştirilen, reklamı yapılan, çokça talep edilen, tükenen ve sonrasında unutulan market ürünlerinden farkı olmayan bu insanların, bu market ürünlerinden tek ve en büyük farkı ise devamlılığına inandıkları bu kurguda masalın bir anda bitmesi ile başlayan çöküş öyküsü. Tıpkı başta Edie Sedgwick olmak üzere fabrikaya yolu düşen herkesin yaşadığı gibi. Edie için bir kaçış noktası haline gelen başta fabrika olmak üzere Warhol’un kanatları genç kadının geride kalan takvimlerinde yaşanan boşlukları doldurmak üzerinedir. Sekiz yaşından itibaren babası tarafından taciz edilen genç kadının, bu tacizin elinden tuttuğu sıkılıkta beline dolanan ‘ben olmazsam bir hiçsin’ yanılgısı ebeveynin maddi yeterliliğinin bir hırka gibi onu sarmasından başka bir şey değil. Dolabında tek ama ihtişamlı bir kıyafetle dolaşan bireyin bir başka dibe vuruş paragrafını ise bu kıyafetin olmadığı anda ne yapılacağını bilmeyen ve rotasından sapıtan tarafı işler. Bu derece olumsuzluk içinde ruh hali hep ağlak olması beklenen karakter o beklenen sulu göz kadın bedenine hiç girmez. Hayatında dolduramadığı ve adını koyamadığı bütün o boşluğu dolu dolu ve rengârenk bir balon içinde yaşayan Warhol ile rötuşlar. Bir fotoğrafı ne kadar rötuşlarsanız rötuşlayın altından sızan esas gerçeklik bir zaman sonra elinde kırmızı balonuyla gezen genç Edie’nin de gözüne görünmeye başlar. Bob Dylan ile yaşanan aşk, Warhol’un kanatlarının altında inşa edilen güven, aşk, bol para, harcamalar, dünyayı olduğundan daha renkli hale getiren maddeler ya da ışıklar, hiç biri gerçek Edie değildir. Varlıklı ailenin varlıksız ve yalnız kızı ya da “Poor Little Rich Girl (Zavallı Zengin Küçük Kız)” renkli dünyanın renksiz nefes alanı olduğunu fark ettiğinde depozitosu ödenecek midir, bilinmez.