06.05.2016
Karakter Mutfağı: Frida
“Ayaklar, uçmak için kanatlarım varken sizi neden arayayım?”
Kahlo’nun kendi, içindeki ve dışındaki diğer Frida’lar için söylediği sözlerden biri bu. Henüz küçük yaşlarda geçirdiği bir trafik kazası ile başlıyor kadın ressamın o çok bilinen ama fazlaca pop kültüre işlenmiş olan hayatı. Her şeyin büyük patlama ile yeryüzünü şekillendirdiği varsayımı gibi onun için de bu kaza imgesi genç kadının adeta öncesini ve sonrasını kucaklar gibi. Kimilerine göre bir nedensellik, kimilerine göre ise sonuca yahut amaca hizmet eden bir olgu dizisi bu sayılanlar. En kaba tabiriyle “bu olmasaydı, bu olmazdı” metodu Frida ya da bir başkası için şekillenen hayatın akışında en olmazsa olmaz.
Sinemanın sahiplendiği pek çok isimden biri Frida Kahlo. Ancak pek çok yapımda olduğu gibi en şüphe uyandıran kısmı ise hiç şüphesiz “doğru temsil” dediğimiz anlatının ne kadarını karşılayacağı sorusuydu. Yönetmenin bir kadın olması bu endişeyi az biraz yumuşatsa da, Julie Taymor’un geçtiği kadrajda yoğun olarak Kahlo’nun “acıların kadını” olduğu anlara konuk oluyoruz. Hatta buna çoğu kez desek yersiz olmaz. Kahlo’nun içsel yolculuğunu, dinamiklerini ve o ardı ardına kesilmeyen bir merakla kitaplara, resimlere peşi sıra koştuğumuz kadının bu ele alınış tarzı Kibritçi Kızın öyküsü gibi. Sadece sokaklar vardı Kibritçi Kız öyküsünde. Frida’da ise sadece bir ya da birkaç erkeğin kolları ardına sıkışmış ve akabinde ona sunulan çokça ağıtı var. Takipçi kitlesi için ya da eserlerin öncesindeki evreni tasavvur edenler için bunun açıklaması; olması gereken bir şey. Yoksa ressam Rivera olmasaydı bu acı dolu tablolar nasıl çıkardı? Ama gelin görün ki onun işlerinden çok o; içinde bulunduğu kozmik balondan çok feminizm duvarı ölçüldü, biçildi, dikildi. Nerede durduğundan çoksa nerede durması gerektiği planlandı. Lakin Kahlo, onun için hazırlanan kişisel kostüm partisinden ziyade patriyarkal toplumun toplumsal beklentisinin getirdiği beklenmezliğin bir çığlığıydı. Çalışmaları bu yüzdendir ki kendi dışında olandan çok kendi ile ilintilidir.
Uzun uzatıya konuşulabilecek Kahlo benliği üzerine saymakla bitmeyecek varsayımlar üzerinden kendimizi filme attığımız zaman işte bundandır ki sadece bir kadının acı dolu evreni ve ağlamaları, işin yapıcı tarafından çok yıkıcı tarafına çekmekte ve yeni yeni sorunsallar peyda olmakta. Öykülemin elbette daralmış bir alana yoğunlaşacağı gerçeği şöyle bir kenara, gölgesi altına sığınılacak ağacın uçsuz bucaksız koruda bu olması doğrusu şaşırtıcı. Filme baktığımızda film karakterin anatomisini en başta dile gelen şey üzerinden başlatıyor işte: Büyük kaza. Sonrasında ise Kahlo’nun ardı arkası kesilmez kalp kırıklarını hep birlikte topluyoruz. Bu noktada işin sabır kısmını ise en çok yüklenen Salma Hayek oluyor. Hayek’in bir elin beş parmağını geçmeyecek performans listesinde Kahlo rolü onun için biçilmiş kaftan desek yeridir.
Kahlo âşık olur, kendi kendine yeten bir engelli olmak ideali, eserlerini ayaklar altına alacak kişinin doğru kişi olması ise gayesi. Cinsellik onun için bir cinsiyet ve norm hiyerarşisinden çok daha ötede bir yerde. O öteki. Her kadının olduğu kadar toplumun bir kurbanı: Hangi çağda olursa olsun. “Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım” demesi bundandır belki. Gömülmek istemez Kahlo, mezarsız olmak ve bir yere bağlanmamak arzusunda. Babasının tek oğlu o. Babasının bir erkek evlat istediği dönemde gelen bir kadın ama hayatını bir erkek biçeminde de devam ettirebilecek kadar cesur. Her yeri acılar içindeyken yeni bir acı, bir çocuk, dahası erkek çocuk istemesi de bundan mıdır bilinmez ama o boşluğun gördüğü gözleri görüp onu resme dökebilme güdüsünde. Kendi deyimiyle gündüzlerin ve gecelerin celladı olarak tanımladığı aynasına yansıyan benliğini aktardığı sayısız portresi var. Ama kiminde kordon bağına bağlı bir evren, kiminde ormandaki bir ceylan, kimilerinde ise ölümün kucakladığı bir Kahlo. Hepsinden ziyade en çok Butler’ın bir metinden çok sorunsalı ile çokça altı çizilesi “Cinsiyet Belası”, Virginia Woolf’un erkek ellerce tutulan aynalara atıfta bulunduğu “Kendine Ait Bir Oda”sı ve çoğu kez Beauvoir’in “Kadın”ı ve “İkinci Cins”i onun bedeninde kaybettiği bacağı yerine gelişen bir uzuv gibi. Şimdi feminizm tartışabiliriz.