06.05.2016

Karakter Mutfağı: İsa ve Bahar

“Sıkıldın mı? Tamam, kestik.”

Sıkıntılarımızı konuşmaktan ziyade havaya bıraktığımız, nereye uçarsa uçsun umursamadığımız, daha doğrusu onlardan uzaklaşmaktan ziyade bizi bulmaları için onları evrenin bir köşesine yolculadığımız anlar vardır. Kaçamayacağımızı ya da üzerine üzerine yürüyemeyeceğimizi bildiğimiz bir çıkmaz sokakta, sadece yeni bir zamanlama ihtiyacı duyduğumuz anlardır bunlar. Öyle bir kovalamaca yahut nihan içinde bir bekleyişle devşirilen değildir adım attığımız bu yeni odalar. Beklerken en temelde varolan ve bulunması mukteza olan şeylerle doludur. Bekleyişi öldürmekten öte yeniden doğacak yalnızlığa bir çentik daha atmak gibi. Dışarıda olan bitenin bütün hızıyla evrene yular tuttuğu masa başında ne zamanın ne mekânın ne de konumun değiştiremediği bir uzaklaşmanın ve köşeye sindirilen yalnızlaşmanın öyküsü İsa ile Bahar’ınki.

Duyguların boşaldığı ancak ne için ya da kim için dışarıya atıldığı belli olmayan gözyaşlarının bu belirsizlik içinde kestirilemediği bir akışta yol buluyor İsa ve Bahar. Ruhlarının yer – yön kavramı gözetmeksizin iklimlere teslim olduğu bir rota çiziyorlar akabinde. Bahar’ın adı kadar bahara yakın olamadığı, İsa’nın ise yine adı kadar toprağı yeşertemediği bir ılıman iklim onlarınki; ne sıcak, ne soğuk. Akdeniz sıcağında yoğun bir güneş ve beraberinde getirdiği ter dokusu altında başlıyor Bahar’ın gözyaşları. İki ıslak zeminin ortasında debelenen Bahar’ın gözyaşı uzaktan bir tepenin ardından sıcağı gölgelemeksizin, tam anlamıyla üzerine çekerek nüksediyor. Tek çarenin evrenden kopmak olduğuna kanaat getiren Bahar’ın girişiminin başarısız olması ile yan yana değil peşi sıra uzaktan yürüyen bu iki insan, rotalarını önce kuzeye, sonra Doğuya kaydırarak, değişen bu hava çatının altında ne ileri, ne de geri gidiyor. Olduğu yerde daha bir yeşererek, devamlı değişen akışta köklerini toprağa daha fazla yaslayarak büyüyor.  Yağmurun, sıcağın veya kar örtüsünün yekpare gizleyemediği, sadece üstün körü kamufle ettiği iki insanın birbirlerine dahi haykıramadığı gerçekleri, duyguların ucu açık bir sonsuzlukta vücut bulduğu kara sahada kendilerine seçtikleri nispeten dört duvar arasında gerçekleşiyor. Sadece kendilerine haykırdıkları, haykırabildikleri meşgaleleri bile onları çerçeveye daha bir sıkıştırmaktan başka bir işleve sahip değil. İsa’nın evreni kaydettiği fotoğraf makinesi ile Bahar’ın bu evrene dekor imajı veren sanat yönetmeni tavrı ne İsa’nın boş kalan figürsüz resimlerini doldurmaya, ne de Bahar’ın yüzüne düşen ıslaklıkta kendi nemine bir patika açmasına olanak sağlıyor. Öyle ya yazdan kalma bir böcek sesini, kışa taşımak ne mümkün.