06.05.2016

Karakter Mutfağı: Mija

“Agnes’in Şarkısı
Hava nasıl oralarda?
Issız mı yine?
Gün batımı hala ateş kırmızısı mı?
Orman yolundaki kuşlar şarkı söylüyorlar mı?
Yollamaya cesaret edemediğim mektubu kabul eder misin?
Söylemeye cesaret edemediğim itiraflarımı dinler misin?
Zaman geçecek mi?
Güller solacak mı?
Şimdi elveda deme vakti
Esip geçen yol gibi
Gölgeler gibi
Tutulmamış sözlere
Sonsuza mühürlenmiş aşklara
Bileklerimi öpen çimenlere
Ve beni takip eden küçük adımlara
Elveda deme vakti
Karanlık çöküyor sanki
Yeniden bir mum yanar mı?
Kimse ağlamasın diye
Ve seni ne çok sevdiğimi bil diye dua ediyorum
Sıcak bir yaz gününün ortasında uzun bir bekleyiş
Babamın yaşlı yüzüne benzeyen eski bir patika
Yalnızlık bile yabani bir çiçek gibi ürkek yüzünü çeviriyor
Nasıl sevdim seni
Sessiz şarkını duyunca nasılda titredi kalbim
Dualarım seninle
Kara nehri geçmeden önce ruhum son nefesiyle
Parlak bir günün hayalini görmeye başlıyorum
Tekrar uyandığımda ışıktan gözlerim kör
Seni buluyorum
Yanı başımda duruyorsun”

diye dizelerini sıralıyor altmışlı yaşlarındaki Güney Koreli kadın. Tıpkı ortadan ansızın kaybolan küçük kız gibi diyeceklerini yahut demek istediklerini söyleyip, büyük bir boşlukla baş başa bırakıyor onu takip edenleri. Sağ kolunun rahatsız olduğunu ve karıncalandığını dile getiren bu neşeli kadın bir randevu esnasında aslında bundan daha büyük bir problemi olduğunu öğreniyor: “Alzheimer”. Doktorunun hastalık aşamasında önce isimleri sonra eylemleri unutacağını dile getirdiği hastalık ilerleyişinde o isimleri unutmanın imkânsız olduğunu söylüyor her fırsatta.

Sağ koluna egzersiz yapmak için birlikte yaşadığı bir de torunu var bu her yerinden neşe fışkıran kadının. Onunla badminton oynayarak açılacağına inanıyor uyuşuk kolunun. Lakin torunuyla ilgili öğrendiği şeyler onun evde ortalığa yaydığı kirli çorapları yahut cips kalıntılarından daha büyük boyuttadır. Genç bir kadının intiharı, intihara sebebiyet verdiği düşünülen acı gerçekler ve yaşlı Mija’nın içselleştirdiği bir süreç var önümüzde. Bu süreci masaya yatırdığı şiir serüveni de durumun bu içindeliğine dışından bir müdahale getiriyor. Hafızasıyla ilgili problem yaşayan kadın, hafızaya ihtiyaç duymayan bir elek yardımıyla durumu sonsuzluk çemberine doğru atıyor bir anlamda. Yüzleşmek zorunda olunan bu bahsi geçen sürecin neresinde oldukları bir yana bizim neresinde olduğumuz ise küçük gözlerin bize doğrulttuğu bakışlarla, dokunmak istemediğimiz hal ve duruma dokunma zorunluluğunu avucumuza tutuşturuveriyor. Tıpkı ailelerin acı gerçekleri bir avuç para ile sıkıştırdıkları menfur anlar gibi.

Yaşanılan acının ajite boyutuna bakmayan Mija, mümkün olduğunca geride kalan genç kadın ile özdeşlemenin amacında. Onun kimseye ihtiyaç duymadan kendi kendini uğurladığı nehirde ıslanıyor, belki de yıllar sonra gelen sakat ve zorunlu bir birliktelik ile hazzın nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. Lakin hiç tanımadığı bu kadını anlayabildiği ölçüde, tanıdığı ve beş duyu organı ile hali hazırda hissettiği bedenleri anlaması onun için ilk durumun antolojisinden daha güç durumda. Anlamlandıramadığı şeyler ile baş başa kalan kadının sessiz kayboluşu ise bu sessiz süre gelen rutin içinde aslında olması gerektiği kadar çok sesli.