06.05.2016

Karakter Mutfağı: Simon

İsveç’ten Uzaya

Şu anda dünyanın yörüngesindeyim. Aslında bakış açısı kazanmak için buradayım. Uzayı seviyorum. Uzayda hiç sorun yok. Yanlış anlaşılma yok. Kaos yok. Çünkü, uzayda his yok” diyor Simon (Bill Skarsgård), kendi uzay gemisinden. Onunla birlikte uzayın kestiremediğimiz derin ve müthiş sessiz karanlığında ansızın bir gezintiye çıkmanız çok muhtemel. Kendine çizdiği bu gerçeklikle yoğrulmuş ancak bir hayli hayali mekanda Simon’un varolabildiği bir sınırsızlık var.

Yeryüzüne iniş yaptığı an zeminde doğrulduğu her adım ile birlikte adımların sayısı kadar ölçülebilir tarafı da boy göstermekte. Saniyeler, dakikalar, vaktinde yetişilmesi gereken yerler, programlanan günler ve akabinde uyulması gereken takvimler. Bu ve bunun  türevi sayılabilecek pek çok rutinin çizdiği çizgi bir kenara, Andreas Öhman‘ın genç oğlu Simon için daha o doğmadan evvel kim tarafından çekildiği muallâk olan çizgi ise bunların hepsini kucaklayan yeni bir küme gibi; hiçbir şeyi dışarı sızdırmayan, sızmasına müsaade etmeyen, tek sızıntının gövdeye yeni dallar eklemek olduğu bir küme.

Aspergen sendromunlu bir adam genç Simon.

Bir anne, baba ile yine aynı anne, babanın çözemediği noktalarda her daim yanında olmaya çalışan bir ağabeye sahip Simon.

Öyküsünün başlangıcı ise işte bu anne ve babanın çözemediği temel sorunlardan biri ile başlıyor: kendi uzay aracına saklanan ve çıkmayan Simon. Gerçeklik ve dünyevi olanın sınırları ile bağını koparmak için içine girdiği dar yuvada buna pek müsaade edilmez.

Çık dışarı! Dışarı çıktığında ve kimilerince daha gerçek olan evrende ise karşılaşacağı ve buna mecbur bırakıldığı bir hisleştirme metoduyla karşı karşıyadır. O dokunmak ve doğrudan temas kurmak istemediği halde çoğu kez buna mecbur kalır. Ona nazaran daha normal olan abisi ve abisinin birlikte olduğu kadının himayesinde kendine ve birlikte yaşadığı insanlara kurduğu programlı hayatın eşiğinde başta kendi olmak üzere herkese sınırların bittiği noktada ansızın duvara toslayan bir barikat kurar. Bu içinden çıkılmaz ve hangi yöne koşulacağı bilinmeyen rotasızlıkta başta Simon olmak üzere en az öykünün dışındaki dolaylı bizlerde arap saçına dönmüş bir yumak avucumuzda belirsizliğinin öznesi haline geliriz.

Ne var ki Simon’un duvara astığı çizelgesi de, düzene soktuğunu varsaydığı bu döngü içinde çıkmaza düşer ve bocalamaya başlar. Bocalayan pek tabi sadece rakamlarla evrilen saatler olmaz. Genç Simon ve ona artık tahammül etmeyen, daha doğrusu tahammül etmek zorunda olmadığını beyan edenlerde bocalamakla birlikte sırtında çantası ile Simon’un kesişiminde olan kümenin dışına çıkarlar. Duygu karmaşası içinde olanlar bir kenara Simon bu defa uzay üssü ile karanlığa ve sessiz dinginliğe yol almak yerine batırdığını düşündüğü şeyleri, -oysaki hiçbir şey batırmamışken- bütün naifliği ile düzeltmek için yol alır. Etken olduğunu düşündüğü ve yalnızlaştırdığı insanların sosyal biçemini yeniden masaya sağlam oturtmak arzusuyla İsveç sokaklarında onlara yalnızlıklarını giderecek ideal tipleri arar. Tıpkı bir yemek tarifi gibi tarife uygun ölçüde malzeme bulmak için koşturur durur genç adam. Lakin bu defa birileri için aradığı başka başka insanlarda tıpkı programlı gündelik yaşantının spontane gelişen şey/şeyleri gibi bütün planı yahut planları alt üst eder. Simon’un tatlı çöp çatanlığında ummadığı sosyal rota kendine liman almıştır bile: “Ama bir fotoğrafa aşık olamazsın Simon”; sessizleşmenin uzak bir tropikal gezegen kadar uzakta olduğu bu alt gezegende sadece temel ihtiyaçları ile çizilen bir karakter için aşkta en az bu ütopya kadar uzakta, daha doğrusu uzakta gösterilmekte.