01.01.2024

Kavur: Bir Arayış Portresi

Yaşamak ve yaşayamamak arasına sıkışıp kalınca insanın buhrana kapılması kaçınılmazdır. “Yaşanmayan ancak yaşanma ihtimali olan anlar mı daha önemlidir yoksa yaşanan anlar mı?” sorusunu sordurtan Kavur’a bakarken; hiçbir zaman ulaşılamayan anların yaşanmamış oluşunun yaşamdan soyutlandıkları anlamına gelmediğini görürüz. Bununla beraber bu yaşanmama halinin somut bir karşılığının olmamasını düşünebiliriz.

Fırat Özeler’in yönetmenliğini yaptığı Kavur filmine baktığımız zaman; yönetmenin, filmde klasik belgesel anlatısından farklı bir yöntem izlediğini söyleyebiliriz. Film Ömer Kavur’un sinemasal serüveninden ziyade onun iç yaşantısına, buhranlı zihninin katmanlarına odaklanırken; bir açıdan bir arayış portresi çizmektedir. Bu portre belki birçok belgesel izleyicisinin beklentisiyle paralel değil ancak özgün bir kavrayışı ve anlatımı olduğunu söylemeden geçemeyiz. Kavur bir belgeselden daha fazlasını vaat ediyor. Film aynı zamanda felsefik temelli naif dokusuyla birçok kavram üzerine düşündürten bir yapıya sahiptir.

Hatırlamanın Gücü

Bu kavramlardan birisi olan “hatırlamak” üzerine düşünecek olursak; bir insanın bir şeyi hatırlamasında yatan itici güç nedir? Bir şeyi neden hatırladığımızı yahut neden hatırlayamadığımızı bilmemiz mümkün müdür? Filmdeki rüyaları hatırlama sembolü bize ne anlatmaktadır? Bu sembol; bizi, insanın hayal ile gerçek arasındaki ince çizgiyi düşünmesine yönlendirir. Hayal gücünün sunduğu sınırsız imkan, insanın hatırlayıp kazarak yüzeye çıkardığı anılarla birleşince ortaya çıkan sonuç, bir nevi hayat kapısının anahtarını elde etmeye yarar. Peki bu anahtar her zaman hatırlamaya olanak sağlar mı?
Hatırladıklarımız kadar hatırlayamadıklarımızla da var olmaz mıyız biz? Hatırlamanın insanın anılarını canlandırması bir yanda, hatırlamamanın artık hatıramızda yer etmeyen anıları temizlediğini ve bunun bizi daha özgür kıldığını düşünmek başka bir yandadır. İnsanın hatırlama eylemi ile bağı o eylemin niteliğini düşününce varoluşumuzu kuvvetlendiren bir etkiye sahiptir. Bu varoluş da bizim gizemimiz için ipuçları barındırır. Bu ipuçlarının başında da “arayış” gelir.

Arayış Umudu

“Arayış” Kavur filminin temelinde yer alan bir kavramdır. İnsanın “Ben napıyorum?” dediği noktada arayış devreye girer. İnsan hep bir arayış halindedir. Yusuf Atılgan’ın dediği gibi insanın bir tutamağı olmalı. Hepimiz sallantılı korkuluksuz köprüde yürür gibiyiz. Tutamağı olmazsa insan düşer. Bu yüzden insan arar, bulsa bile, yine aramaya devam eder. Bu ülke insanının ya kendine dayatılanı kabul etmesi ya da kendi yazgısını arayıp bulması icap ediyor. Peki insan neden aramak zorundadır? Durmanın ve düşünmenin de bir arayış olduğu gözden kaçmamalı. Buna olanak sağlayan sinemanın kendisinin de bir arayış olduğunu belirtirsek, filmler “arayış nesnesi” olarak konumlanabilir. Bireyin yalnızlığı; insanı, insanın kendisiyle hesaplaşmasına kadar götüren bir süreçtir. Arayış aynı zamanda kendine özgü bir umudun taşıyıcılığı için bir habercidir. Arayış hayatta hiç bitmeyecek bir olgudur. İnsan var olduğu sürece sürecektir. “Arayış umudu” insanı diri tutacak ve hayatla bağını kesmemesini sağlayacaktır. Çünkü insan aramaya devam ederse gerçeğin izini sürebilir ve o büyük adımı atabilir.

Ömer Kavur’un yolculuğu onun sadece dürüstçe üretmek istemesiyle başlamakta ancak sektörün getirdikleri onu derin bir iç muhasebesine sürüklemektedir. Yeri geliyor ayakta kalmak için sinemaya ihanet ettiğini düşünen Ömer Kavur en sonunda durduğu yeri sağlamlaştırmaktadır. Onun sinemayı kavrayışı başkalarının istediği gibi değil kendisi nasıl kavramak istiyorsa o şekildedir. Film bize bunu anlatır. Ömer Kavur da pek çok yolculuktan geçer. Zaman bu yolculuklarda sıkışır ve daha yoğun hissedilir. Bilinmeyene yapılan yolculuk insanın bazı şeylerin bilincine varmasını sağlar. Hiç bilmediğin bir yere gitmek her şeyi çözer mi? İnsanın kendisiyle hesaplaşması bilinmeyene yapılan yolculukla birleştiği zaman bir anlam kazanır. İnsan neyle hesaplaşması gerektiğini tecrübe ederek öğrenir. Nihai sonuca da kendi ruhunu didik didik ederek ulaşır.

Ne kadar süredir yolda olduğunu unutan bu adam için yolda olmak kadar ev bağlamı da mühimdir. İnsanın bir evi olunca ona ait bir yaşamın da mümkün olacağı görülür. Kendini ait hissedemediğin bir yerde üretmeye çalışmanın huzursuzluğu insanın aklına yapmak isteyip yapamadıklarını getirir. Bu, insanda yetersizlik hissine de yol açabilir. Oysa insan yetersizliklerini bilerek yeterli bir şekilde üretebilir. Asıl mesele neyi yapabildiğini bilmek, Ömer Kavur da bunun bilincinde ve dönemsel olarak bunun mutluluğunu yaşamaktadır.

Kavur, kahraman bakış açısının ön planda olduğu bir filmdir. Ömer Kavur’un seslendirilip onun dilinden bir şeyler anlatmaya çalışan bu anlatı, özgün yapısıyla belgesel türüne farklı bir soluk getirmektedir. Bunu kısmen başarsa da belgesel türünün temel direklerinden bazılarını ama isteyerek ama istemeyerek es geçmektedir. Bu direklerin başında da Ömer Kavur’un sinemasal yolculuğu gelmektedir. Filme bu yönden bakarsak bu film için temel bir eksikliktir. Ancak filme; filmin yönetmeninin ve Ömer Kavur’un bir karşılaşması olarak bakılıp ve bu karşılaşmanın doğurduğu bir sonuç gözüyle bakarsak bu filmin değeri o zaman daha iyi anlaşılacaktır. En nihayetinde bu filmin subjektif bir çalışma olduğunu unutmamak gerekir. Bu yönüyle film, Türk belgesel sineması içinde farklı bir yerde konumlanacaktır.