18.04.2016
Kor: Gururun Vicdan ile İmtihanı
Zeki Demirkubuz, “Bulantı” filminden sonra pek ara vermeyerek yeni filmi Kor’u görücüye çıkarttı. Türkiye’deki ilk gösterimini İstanbul Film Festivali’nin uluslararası yarışmasında yapan Kor, vizyona girerek seyircisine kavuşmayı bekliyor. Özellikle 145 dakikalık süresiyle adından söz ettiren film, basında daha çok filmin magazin yönüyle anılmıştı.
Filmin konusunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Emine hasta çocuğuyla ayakta durmaya çalışan bir kadındır. Geçimini sağlamak adına evde giysi dikmektedir. Kocası Cemal ise Romanya’ya kaçak göçmen olarak gidip bir daha dönmemiştir. Cemal’in eski patronu Ziya ise Emine’ye yardım eder. Bu durum sonrasında Ziya ile Emine arasında bir ilişki başlar. Cemal’in eve geri dönmesiyle beraber bu üç insanın hayatları farklı bir noktaya kayacaktır.
Hikâye tanıdık geliyor öyle değil mi? Filmi belki en kaba tabiriyle Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” filminin öncesi ve sonrası olan hali olarak tanımlayabiliriz. Tabii iki yönetmenin de tarzları farklı olduğundan birebir aynı filmi beklemek yersiz olacaktır. Zeki Demirkubuz’un artık etiketi gibi üzerine yapışan görsel tercihleri, filmin geneline hakim bir şekilde kadrajlanarak kuruluyor. Bu kareler daha önceki filmlerine o kadar benziyor ki, bir süre sonra ben bu filmi izlememiş miydim duygusuna kapılıyorsunuz. Yönetmenin yansıması, filmin her yerinde kokusunu hissettiriyor.
Film 145 dakikalık süresini, mevcut halinden daha uzun bir şekilde hissettiriyor. Bu yüzden de filmin ilk çeyreğine geldiğinizde, filmin sonlara geldiğini düşünseniz de, aslında filmin başlarında olduğunu anlıyorsunuz. Bu açıdan filmin pek de akıcı bir kurguya sahip olmadığını söylemekte yarar var. Belli ki film 80 dakika olsaydı da aynı etkiyi verebilirdi.
Filmin dramatik çatısı hep aynı sorular üzerine kurulduğundan, diyaloglara yansıyan kendini tekrar eden söylevler belli bir süre sonra filmin tıkanmasına neden oluyor. Kısır döngü filmin geneline hakim olduğundan yeni bir sinema ya da hikaye anlatılmıyor algısını hissedilmesine neden oluyor.
Caner Cindoruk’un canlandırdığı karakter yönetmenin alter egosu şeklinde filmin içinde varlığını sürdürürken, Taner Birsel yerinde oyunculuğuyla filmin içinde en belirgin performansı sergileyen oyuncu oluyor. Aslıhan Gürbüz’ün canlandırdığı karakter ise donuk oyunculuğuna yenik düşerek filmin ruhsuzlaşmasına neden oluyor. Çağlar Çorumlu’nun karakteri ise filmin dışında bırakılsa senaryo anlamında bir eksiğin olmayacağı belirgin bir şekilde söylenebilir. Zaten oyunculuğu fazla abartılı olduğundan dolayı yer yer karikatürize oluyor.
Sonuç olarak Zeki Demirkubuz ortalama bir filmle izleyici karşısına çıkarak, beklentilerini yükseltenler adına hayalkırıklığına dönüşebilir. Eğer amacınız Zeki Demirkubuz olsun, başka bir şeye gerek yok derseniz de film sizi yeterince tatmin edecektir. Çünkü yönetmenin her filminde görmeye alışkın olduğumuz kadrajlar, mizansenler, yüzleşmeler bu filmin içinde de varlığını sürdürüyor. Demirkubuz sinemasını yenilmesi gerektiğini Bulantı’dan sonra bir kez daha hissettiriyor. Aksi takdirde sadık izleyici kitlesinin dışına çıkamayacağını söylemekte yarar var.