16.07.2019
Kül En Saf Beyazdır: Değişimin Gölgesinde Bir Aşk Hikâyesi
Yazarın Film Puanı: 10/5
En çok sevdiğimiz ve değer verdiklerimiz için neler yapmayız ki. Doğumumuzdan yetişkinliğimize kadar her ne kadar bir aile içinde yaşasak da hayatın akışı içinde duygu dünyamıza giren ve belki de yıllar boyunca birlikte yaşayacağımız en değerlimiz olacak o kişi için tüm fedakarlığı yapmak için uğraşırız. Biliriz ki ona gelecek küçücük bir zarar dahi bizi de derinden sarsacak ve ilişkimiz açısından bir tehdit unsuru olacaktır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı çiftler her zorluğa karşı birlikte göğüs gerseler de bazen öyle bir an gelir ki karşı karşıya kaldığımız tehdit hiç ummadığımız zamanda bizleri birbirimizden söküp atmak için tüm gücüyle saldırır ve nitekim de başarılı olur. Bu anlarda ümitsizliğe kapılmayıp zorluklar karşısında ayakta kalan çiftler de zorlu geçen yıllara rağmen birlikte kalmayı başarır. Vizyonda kendine yer bulan Kül En Saf Beyazdır (Jiang hu er nü – Ash Is Purest White) filmi de böylesine bir aşk hikâyesini beyazperdeye taşıyor ve yıllara yayılan bu hikayeyi Çin’in değişimiyle birlikte veriyor.
Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 71. Cannes Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 25. Uluslararası Adana Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu.
Film, toplumun dışında kalmış iki karakterin, ülkeleriyle beraber, dönüşüm geçiren on altı yıllık şiddet dolu ilişkisini konu ediniyor. Kalıpları kırarak her filminde sürprizlerle izleyicinin karşısına çıkan sinemacı Jia Zhang-ke‘nin son filmi, Çin’in kapitalist dönüşümünü gangster dünyasında geçen bir aşk trajedisi yoluyla anlatıyor. John Woo ve Johnnie To’nun Çin mafya (jianghu) filmlerinden esinlenen Kül En Saf Beyazdır’ın kahramanı, mafya elemanı Bin’e âşık olan Qiao. Bir çete hesaplaşması sonrasında Qiao hapse düşer. Beş yıl sonra salıverildiğinde her yerde Bin’i arayan Qiao, Çin’de köklü bir değişim gerçekleştiğini anlar. Yönetmen Zhang-ke, filmini şöyle tarif ediyor: “Toplumun kıyısında yaşayan bir çiftin hikâyesi—kayıp gençliğim ve gelecek hayallerim… Yaşamak, sevmek ve hür olmak…”
Bir Aşk Hikâyesinin Savrulan Bireyleri
Yıllar içinde değişen, gelişen farklılaşan, kutuplaşan ve farklı evreleri yaşayan bir aşk hikayesine odaklanan film, iki aşığın hikâyesinin yanı sıra zaman içinde sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda değişen Çin’e de farklı bir gözle bakmamıza olanak sağlıyor.
Hikâyedeki kırılma anına dek iki başrol karakterini bizlere tanıtan ve onlar hakkında genel hatlarıyla bilgi sahibi olmamıza olanak sağlayan yönetmen, ilk yarım saatin ardından filmdeki tüm dengeleri ve aşk hikayesini alt üst edecek sert kırılma sahnesini ortaya atarak beklenen anın ve bundan sonraki gelişmelerin fitilini ateşliyor adeta.
Aşk Uğruna Katlanılan Zorluklar
Sinema tarihi boyunca izlediğimiz filmlerin çoğunda aşık olan erkeğin sevdiği kadın uğruna çektiği acılar ve zorlukların tam zıttını bu filmle beraber kadın başrol üzerinden görme imkanı yakalıyoruz. Sevgilisini kalabalık bir sokak çetesinin saldırısından kurtaran karakterimiz sevdiği kişinin kahraman oluyor fakat bu durum kısa süreli bir zaferden çok beş yıllık mahkumiyetin kapısını açan bir anahtar olup karakterimizi aşkından koparan sürecin içine atıyor.
Bu andan sonra her iki aşık için işler hiç istendiği gibi gitmiyor ve Çin’in büyük değişiminde olduğu gibi karakterler için de sancılı bir değişim sürecinin başlangıcı oluyor. Filmin bu anından itibaren büyük çoğunlukla yavaşlayan temposu, büründüğü kasvetli hava ve ana olaydan uzaklaşması olayları takip etmede seyirciye zorluk yaşatarak Uzak Doğu sinemasının dinamiklerine bürünüyor.
Artısıyla Eksisiyle
Seyirciyi büyük beklentilerin içine sokan bir anlatım ve hikâye ile başlayan filmi ne yazık ki ilerleyen dakikalar ile birlikte rayından çıkan bir tren misali hikayenin değişik bir yöne kaymasına neden oluyor. Karakterler üzerinden kurulabilecek böylesine iddialı bir hikâyenin daha ilk saat dolmadan neredeyse tek yönlü ve çıkmaza giren bir karakter hikayesine bürünmesi filmin de uzun süresini düşündüğümüzde izlenirliği son derece zorlaştırıyor.
Karakterlerin geçmişine çok fazla odaklanmadan mevcut durum üzerinden dağınık bir görüntü sergileyen film, daldan dala atlayan yapısı ile ne yazık ki sinemaseverlerin (en azından kendi adıma konuşacak olursam) salondan mutlu bir şekilde ayrılmasına mani oluyor.