24.03.2017

Life: Uzayda Hayat, Gerisi Bayat

Yıldız Oyuncu Kadrosu Filmin En Büyük Silahı

Hollywood’un her yıl daha da fazlalaşan bilim kurgu – korku filmi sentezi filmleri bu sefer çok zengin bir oyuncu kadrosuyla seyirci kadrosuna çıkıyor. Bilhassa Jake Gyllanhaal’un varlığıyla film değer kazanıyor. Çünkü Jake’in hayranları filme ekstra katkı sağlarken oyuncunun doğru projelerde yer almak adına yaptığı seçimler iyi bir referans gibi gözüküyor. Bu yüzden de beklenti büyüyor. Gerçi filmin ilk fragmanlarında ufak çaplı bir hayal kırıklığı yaşattığını itiraf etmek gerekiyordu. Bakalım film bu anlamda fragmanın kötü izlenimini geride bırakabilecek mi?

Filmin konusu ise çok yenilikçi sayılmaz. Bir uzay üssünde Mars üzerinden alınan örnekleri araştırması için bir ekip toplanmıştır. Böylece olası bir tehlikeye karşı tüm deneyler Dünya’dan uzakta yapılacaktır. Altı kişiden oluşan ekip büyük bir dikkatle araştırmalarını yürütürlerken dünya dışı varlıkları kanıtlayacak tek hücreli bir canlıyı keşfederler. Ancak zamanla bu canlı zeki tavırlarıyla kendini koruma içgüdüsüne yenik düşünce, uzay üssünde bir yaşam savaşı cereyan eder.

Senaryodaki Gedikler Filmin Batmasına Yol Açıyor

Tipik bir korku filmi senaryosunu okur gibiyiz. Hollywood yine çok uluslu bir oyuncu kadrosuyla görsel anlamda etkileyici görünen bir projeyi hayata geçirirken en önemli nokta üzerinde çalışmayı unutmuş: Senaryo… Yıldız oyuncuların varlığı, uzay filmlerinin kağıt üstünde göze hoş gelmesi filmin akışını sağlayan unsurlar olarak öne çıkıyor.

Ancak filmin yönetmen koltuğundaki Daniel Espinosa önceki vasat işlerine bir yenisini eklemek adına yemin etmiş gibi gözüküyor. Yönetmenin vizyon yoksunu yönetimi ve mizansenlerin yapaylığı ile mantık hatalarıyla örülü kurgusunun filmin içinde bir boşluk yarattığı apaçık ortada denilebilir. Film hikâye anlamında bir suçlu zevk filmini andıran yapıya sahip inşa edilmiş. Suni gerilim sahneleriyle de atmosfere katkı sağlamayı amaçlamış. Bu çapa bir yere kadar izleyiciyi etkisi altına alsa da bir süre sonra izleyiciyi aptal yerine koyuyor. Zorlama finalinin de etkisiyle film hayal kırıklığı yaratıyor.

İşin doğrusu bunca eksisi ve artısına ek olarak filmdeki Marslı organizma tasarımının da filmi aşağı çektiğini söylemekte yarar var. Bir deniz yıldızını andıran uzaylı, daha sonra evrimleşerek bir böceğe benziyor. Yaratıcılığın esamesinin okunmaması bu konuda filmin eksisi oluyor. Hatta bu uzaylı tasarımı yüzünden kimi sahneler komik duruma düşüyorlar. Kabaca özetlememiz gerekirse tüm filmin Gravity – Alien ve Splice filmlerinin sentezi olduğunu bilmek insanı iyi hissettirmiyor.

Life’ın müziklerinin de tutarsız olduğunu söylemekte fayda var. Çok fazla seyirciyi yönlendirmeye yönelik kullanılan müzik, filmin sürprizlerini eritir bir vaziyette vuku bulmuş. Çok akılda kalıcı bir işe imza atılmadığını kabul edebiliriz. Ancak neden gerçekten filme daha yüksek kalibreli katkıda bulunacak kimi parçalar jenerikten sonraki kısma harcanmış. Belli ki filmin ses miksajı ve ses kurgusu konusunda sorunları hissediliyor.

Oyuncu Performansları Sınırlı Kalmış

Filmin oyuncu performanslarına baktığımızda Rebecca Ferguson mizacının da etkisiyle cool davranışlar sergileyen karakterlere hayat vermeye devam ediyor. Filmdeki en duygusal sahnelerde bile Dolph Lundgren ifadesinden ödün vermeden, olabildiğince az mimikle karakterini ortalama bir performansla canlandırmış. Çoğu kişinin öğrenmek istediği performans ise Jake Gyllenhaal’un oyunculuğuydu. Gyllenhaal rolünün sınırları nedeniyle alınabilecek en minimal etkiyi filme sağlıyor. Son dönemde film seçimleriyle övgü alan oyuncunun belki de bu film en kötü seçimi olmuş. Kimbilir belki de tek amacı astronot rolünde oynamaktı.

Ryan Reynolds, Deadpool ile kazandığı komik yakışıklı erkek tavrını bu filmde de devam ettiriyor. Belli ki oyuncuya daha cesur roller vermek yerine olabildiğince güvenli roller vermeyi tercih ediyorlar. Birkaç sahne dışında Reynolds’ın filmdeki katkısı etkisiz kalıyor. Filmin belki de en iyi oyuncusu olan Hiroyuki Sanada, klasik Hollywood kurallarına takılarak geri planda kalarak yine harcanmış oluyor. Halbuki film boyunca en inandırıcı karakterlerden biri kendisiydi.

Sonuç olarak bilim kurgu ve korku janrına pek yenilik getirmeyen bir filmle karşılaşıyoruz. Filmin başındaki Gravity etkisi altındaki gerçekçi bilim kurguya yönelirmiş gibi yapma çabası, filmin ikinci yarısında korku türüne hikâyenin yaklaşmasıyla beraber B korku filmlerine doğru yönelim gösteriyor. Bu film 80’li yıllarda çekilse The Thing gibi kült bir klasiğe dönüşebilirdi. Ancak film ne yazık ki sinemada benzerlerini çokça gördüğümüz fark yaratmayı başaramayan anlık gerilimlerle yüklü, seyir keyfi vadeden ama gedikleri nedeniyle belini doğrultamayan bir filmlerden bir tanesi oluyor. Bu kadar şaşalı bir kadroya bu tip bir film yakışmadı.