23.04.2019
Modern Klasikler: Carlito’nun Yolu
Birçok kişi için Scarface, Carlito’s Way’den (Carlito’nun Yolu) daha iyi bir film.
Karşılaştırılmaları oldukça doğal olan bu iki filmi teraziye koyduğunuzda Scarface kefesinin daha ağır basması, filmin yapısından kaynaklanıyor.
Scarface, aslında seksenlerin video klip estetiğinden nasibini almış ve bu açıdan bakıldığında yıllanmış bir film. Örneğin; Michelle Pfeiffer ile Al Pacino’nun yakınlaştığı sekansı her izlediğimde aklıma istemsiz olarak Rocky 3’ün antrenman sahneleri geliyor. Bugün bakıldığında “cheesy” olarak tabir edilebilecek bu biçimsel tercih, Rocky 3 ve 4’teki kadar filmin geneline hâkim olmasa da akıcılığına ve kolay sindirilebilmesine katkıda bulunuyor.
Biçimsel bu tercihin dışında içerik olarak da Scarface birçok insanın fantazisi olan “güce yükselmeyi” seyircisine yaşatarak, bizi yakalıyor. Özdeşleşmeyle birlikte hissedilen “Dünya Senin” hazzı, genel için Montana’nın öyküsünü, Brigante’nin hayatta kalma çabasının üzerine çıkartıyor.
Bana kalırsa, Scarface daha pervasız ve heyecan verici Hitchcock filmlerinden biriyken, Carlito’s Way, üstadın daha derinlikli ve tablo gibi (Birds, Psycho, Vertigo) filmlerinden.
De Palma’nın en sevdiği ve en çok taklit ettiği ressamın da Alfred Hitchcock olduğunu hesaba katarsak kariyerlerindeki evrimin benzerliği çok da şaşırtıcı değil.
Aradan geçen on yılda De Palma sinemasına sirayet eden olgun hava, Carlito’s Way’in temposuna da yansımış. Ağır ilerleyen filmde sadece iki büyük aksiyon sahnesi var ki Carlito’s Way’in, Scarface’ten ayrıldığı bir diğer nokta da bu. Sayıca daha az, daha kansız sekanslara imza atmasına rağmen De Palma etkileyici olmayı başarıyor.
Usta, bu sahnelerden ilki olan bilardo salonu sahnesine gelene kadar seyirciyi kısık ateşte ısıtıyor ve seyircinin tedirginliği renk kullanımıyla adım adım arttırıyor.
Carlito’nun siyah paltosu, salona gidilirken kullanılan kırmızı araba ve boydan boya kan kırmızısı taş duvarlar hatta bilardo masasının çuhasının rengi dahi biraz sonra yaşanacak kıyımı ince ince izleyicinin aklına fısıldıyor. Ortalık bir an için yatıştığında tuvaletin ışığını söndüren Carlito, bize pastel maviler içerisinden bir silüet olarak görünüyor. Her şeyin değiştiği an.
Filmin diğer aksiyon sahnesindeyse daha önce Untouchables’ta usta yönetmen Sergey Ayzenştayn’ın Potemkin Zırhlısı adlı filmine yaptığı bebek arabalı göndermeyi anımsatırcasına yeni bir metro sahnesiyle seyir zevkini bir üst seviyeye çıkarıyor.
De Palma, benzerini defalarca izlediğimiz “eski suçlu artık emekli olmaya karar verir” klişesinin altını çivi gibi dolduran replikler, canlı karakterler, klasik anlatıyı kullanarak “iyi film nasıl yapılır”ın dersini veriyor.