16.08.2017

Modern Klasikler: Unforgiven

Karanlık Bir Western

Unforgiven başlar… Günlük güneşlik, insanların başta neşe içinde olduğu, bir yabancının kasabaya geldiği ya da barda kahkahaların koptuğu western açılışlarından değildir bu. Tam aksine kapkaranlık başlar film. Gece görüntüsüyle açılır ve sağanak bir yağış vardır. Atmosfer daha en başından bir kara film örneği olduğunu izleyiciye verir. Velhasıl kara bir western izleyeceğimizi daha en başta anlarız.

Clint Eastwood’un oyunculuğundan çok daha iyi, hatta dahi bir yönetmen olduğunu en yüksek seviyede ilk gördüğümüz filmdir Unforgiven. İşi ustalarından öğrendiği ve kendisinin de bir ikon olduğu western türüyle bunu ispatlar. Bu belki sürpriz olarak nitelendirilmeyebilir ama izlediğimiz film, hem Eastwood’un kendi kahramanlıklarına hem de tümüyle western türüne bir başkaldırıyı ifade eder.

Filmde Bill Munny adında, eski günlerinden eser kalmamış, neredeyse bitik bir kovboy görürüz. Eşi öldükten sonra çocuklarıyla yaşam mücadelesi verir ve bu konuda oldukça zorlanmaktadır. Sonra bir iş fırsatı ve para kazanma ihtimali doğar ama atına binmekte bile zorlanacaktır. Bu noktada Bill Munny karakteri için Eastwood’un yine kendi yönettiği “The Outlaw Josey Wales” filmindeki ana karakterin emekli olmuş hali dendiğini de belirtmek gerekir. Yani gençliğinde korkusuz bir silahşörmüş. Tıpkı Clint Eastwood gibi

Kara film tadı

Ata binmekte zorlanan, gözünün önünü bile zor gören bir western karakteri sanırım sıkça rastlanan bir durum değil. En azından 1992 ve öncesinde… Bu karakter ve karakterle özdeşleşen, külliyata bu anlamda çok hizmet etmiş olan Eastwood kendisiyle de bir hesaplaşmaya gidiyor. Hem hedefini şaşırmayan, korkusuz silahşörler tarihine göndermesini yapıyor, hem de kendi filmografisiyle bir karşılaşma durumu sergiliyor. Belki de gerçeğin ta kendisinin bu olduğunu, yıllarca pembe bir yalana kandığımızı da belirtmek istiyor. Eastwood, bu eleştiriyi kendi üzerinden yaptığı için de tüm boşlukları iyi biliyor ve manevraların hepsini kusursuz kotarıyor. Finalde de yine kendi savunmasını kendi yapıyor ve kaba tabirle kahramanlığın kitabını da yeniden yazıyor. Eastwood, daha sonradan aksini düşündüren birkaç film çekse de benzeri bir durumu milliyetçilik üzerinden Gran Torino filminde de harika bir şekilde başarmış ve hesaplaşmasını dolandırmadan yapmayı başarmıştı.

Filmin karanlık atmosferine dönelim. Sürekli yağmur yağan, karanlığın hakim olduğu bir tercih var. Buna diğer westernlerden farklı olarak kasabada bulunan karakterlerin donuk oluşunu da eklersek bir kara film tadı bulmak mümkün. Hikâyenin odağından suç bulunması, suçun cezasız kalmayacağı vurgusu ve işlenişi de westernden çok kara film türüne hizmet etmekte. Görüntü yönetmeni Jack N. Green ve kurgucu Joel Cox’un da formda olmasıyla ortaya çıkan atmosferin izleyiciyi yakalaması da sürpriz olmuyor.

Kadınların rolü

Bahsedilmesi gereken bir özellik daha… Bir western filminde görebileceğimiz en ağırlıklı biçimiyle kadınların rolü. Hikâyedeki ağırlıkları ve onların uğruna çıkılan yol, kadınları bu türde hiç olmadığı bir yere koyuyor. Westernlerin geneli ve son örnekleri bile kadın düşmanlığıyla suçlanır ve kadınların konumlarının erk düzene hizmet ettiği vurgulanır ama Unforgiven bu açıdan da bir başka. Filmin başında başına bir iş gelen hayat kadınları, normalde vücudu üzerinden para kazanan insanlar bu kez birkaç erkeği, silahından para kazanana erkekleri parayla satın alır. Bu anlatı da cinsiyet yerine sahiplenmenin ya da tercihlerin önemini net bir şekilde ortaya koyar. Elbette bu türün olmazsa olmazı adalet olgusu da burada çok önemlidir. Adaleti sağlayacak olan şerif, sağlayamayan ya da kendi istediği ölçüde sağlayan şerif ve adaletini kendi bulmaya çalışan halk yine karşı karşıya gelecektir. Unforgiven tüm bu değerleri altüst eden ve hiç dolandırmadan yapan bir başyapıt olarak da saygıyı hak eder. Tabii burada Eastwood kadar senarist David Webb’i de anmak gereklidir.

Filmin oyunculuk performansları için de iki kelam etmek gerekirse ilk sırayı Gene Hackman’a vermeliyiz. Bu karakteri, adaleti sarsılan ama kendi de depresif olan şerifi ondan iyi oynayabilecek çok az oyuncu bulunur ki tarihin en haklı Oscar’larından birini kazanmış durumdadır bu performansla. Morgan Freeman’ın her zamanki standart kalitesini tutturduğu ve harika olduğu filmde Clint Eastwood da bana göre en iyi performansını sergiliyor. Yönetmen Oscarı kazandığı geceden oyuncu Oscarı’yla da ayrılması muhteşem olabilirdi.

Unforgiven, western türüne bir başkaldırı ifade eden, boş kahramanlığın yıllarca enjekte edildiğini ifade eden ama son tahlilde türe yine saygıda kusur etmeyen, onu geliştiren bir film. Eastwood’un vizyona bu karanlık westernde ışıl ışıl parlıyor ve modern sinemaya bir başyapıt kazandırıyor. Türün zorlandığı yıllarda yeniden ayağa kaldıran ve 2000’li yılların anti kahraman filmlerine ön ayak olma görevi de üstlenen film, her izlendiğinden aynı tadı veren filmlerin başında geliyor.