30.05.2017
Çekmeceler Film Ekibi ile Söyleşi
*Filmin gösteriminden hemen sonra gerçekleşen söyleşide, yapım ekibi ve oyuncular izleyicilerle buluştu. Filme dair kendi düşüncelerini dile getiren ekip, bir yandan da izleyicilerin sorularını cevapladı. Bu söyleşiden bir bölüm aşağıda. Keyifli okumalar….
Mehmet Binay: Öncelikle teşekkür ederiz, geldiğiniz ve sonuna kadar seyrettiğiniz için. Ergenlikten çıkan şiddet; onlarca yıldır inşa edilen ve maalesef evde sorgulanmayan; hepimizi yeri geldiğinde mahveden bir şey. Erkek çocuk olsun, kız çocuk olsun; ergenliğe geçişte, bluğ çağında hayatımızın herhangi bir bölümünde, kendi cinselliğimize dair mahremiyetimiz maalesef olamıyor. Babası tarafından; hatta oldukça eğitimli ve entellektüel kesimden gelen bir baba tarafından; iyi niyetle yaptığını düşünen bir babadan ortaya çıkan bir hayat hikayesi bu. Bizim yakın bir arkadaşımızın hayat hikayesi. Yirmi yıldır tanıklık ediyoruz. Filmdekinden daha iyi durumda; onu söylemeliyim. Hayat enerjisi bizi hep etkilemiştir. Onun için de onu çok seviyoruz.
Caner Alper: Ben çok kısaca bir şey söylemek istiyorum. Sanırım evlerdeki kralın tacını, kimse o kral; almadığımız sürece; cinsler ve cinsiyet yönelimleri arasında kesinlikle bir barış sağlanamayacak. Artık bunun karşısında durabilmek lazım.
Ben sorulara geçiyim istiyorum. Uzun bir akşam oldu. Sizi de üzdük. Siz soru düşününceye kadar ise ben biraz yapım sürecinden bahsedeyim. Biz, 2012 Eylül’ünde belirli bir miktar yazdığımızı düşündüğümüz senaryoyla, audition’a başladık. Nurhan Özenen, casting’imizi yaptı. Aynı zamanda yapım ortağımız o. Baştan beri Ece (Dizdar) belliydi; Deniz rolü için. Saadet için de Tilbe Saran belliydi. Onun dışında cesaretli bir baba aradık uzunca bir zaman. Böyle bir kompleksi, utanmadan taşıyabilecek bir oyuncuyu bize Tilbe Saran tavsiye etti. Bizim cesaretimiz yoktu Taner Birsel’e senaryoyu götürmeye. Bu akşam siz filme girerken buradaydı. Fakat kendisi çok yorgun. Yeni bir film çekiyor. Onun için özür diledi; kalamadı. Filme dönecek olursak; daha sonra audition yapıp; bütün castingi belirledik. 2013 Aralık’ında hastane sahnelerini çektik. Geçtiğimiz yaz da geriye kalan sahnelerini ve 25 yılın hikayesini çektik. Toplamda sekiz, dokuz haftalık bir çekim süreci ve üç aylık bir post-prodüksiyon süreci yaşadık.
SORU: ‘Çekim süreci ve senaryo sizi çok etkiledi mi?’
Mehmet Binay: Tabii ki etkiledi ve etkilemesi gerekiyor. Biz daha önce Zenne’yi yaparken de çok zor bir dönem geçirmiştik. Sonra Zenne’yi çıkardıktan sonra da zor bir dönem geçirdik duygusal olarak. Çünkü; en ufak ayrıntısına kadar defalarca belki yüzlerce kez yaşayarak yapmak zorundasınız o hikayeyi. Bu da çok ağır bir şey. Çekimi de kolay olmadı. Ne kadar iyi ve birbirini seven bir ekip olsak da çok büyük zorlukları oldu. Çünkü herkesin üzerinde çok büyük ağırlıklar vardı. Caner ile ben sabah akşam Passiflora içtik ama dayandık sonuna kadar.
Caner Alper: Bu süreç en fazla galiba Ece, Tilbe ve Nilüfer için zor oldu. Onlardan da dinlemek istersiniz.
Tilba Saran: Yok önce Ece. (gülüyor)
Ece Dizdar: Evet, zorlu bir çekim süreci oldu. Uzun bir zamana yayıldı. Yani film çıkana kadar ben yaşlandım; öyle söyleyeyim size. Beni daha çıtırken almışlardı. (gülüyor) Herkes için zorlu bir çekim süreci oldu. Mevsimlere yayıldı çekimler. Ben hastane çekimleri için kendimi tehlikeye atmayacak kadar, vücudumu tehlikeye atmayacak kadar kilo verdim. Yaklaşık sekiz kilo. Daha sonra onları tekrar aldım. Dolayısıyla hormonlarımda bazı oynamalar oldu. Kolay olmadı. Ama biz buna inandık ve bu şekilde devam ettik.
Tilbe Saran: Ben çekim sürecinden önce başka bir şey söylemek istiyorum. Hepimiz Mehmet’in söylediği gibi son günlerde iyice travmatize olmuş vaziyetteyiz. Ben filmi izlerken bugün aslında bildiğim bir şeyi ekranda görünce farklı bir şey çağrıştırdı. Ayşe’nin arabasının arkası vuruk. Bazen hayatımız birkaç yerden vuruk; bazen bir çizik ama hiçbirimiz sağlam değiliz. Ben, Caner ve Mehmet’e böyle bir konuyu gündeme getirdikleri için tekrar teşekkür ediyorum.
Nilüfer Açıkalın: Çok etkileyici bir çekim süreciydi gerçekten. Her şey çok milimetrik hesaplanmıştı ve her şey yolunda gitti. Bu da kimyanın çok iyi tutturulmasıyla alakalı diye düşünüyorum. Bana göre bu filmdeki en önemli çıkarım; ebeveynlerin düşünecekleri. Bir çok soru işareti var artık kafalarında. Yani; bu filmi izledikten sonra kız çocuğu olsun; erkek çocuğu olsun; hiçbirine kayıtsız kalamayacaklar ve onların çocukluklarına saygı duyulması gerektiğini biraz daha anlayacaklar gibime geldi.
SORU: ‘Peki bu filmin fikri nasıl ortaya çıktı?’
Caner Alper: Üyıl önce !f İstanbul’a gösterime gelirken bu fikir ortaya çıktı. Ve ben o gece Ece, Nilüfer ve Tilbe’ye hikayeyi anlattım. Ve o zaman biz bu filmi yapabilirsek yine !f İstanbul’da açalım dedik. Bir arkadaşımız hayatlarında ne kadar travmatik geçmiş olursa olsun; bu kızların babalarıyla ilgili herhangi bir şekilde ‘yardıma ihtiyacım var gel’ dediklerinde bütün hayatı silip koştuğundan bahsediyordu bize. Bu hikaye geldi birden. Ece ile birlikte de bir şey yapmayı düşünüyorduk. Başka bir proje çalışıyorduk. Aslında toplumun kültürel yapısı ne olursa olsun; coğrafi konum ne olursa olsun; aile içindeki namus kavramı aşağı yukarı aynı olduğu için Zenne’ye büyük paralellik sağlıyordu. 2013’te Gezi olayları sırasında da ekipçe çekmeye karar verdik.
SORU: ‘Ben bu filmde Lars Von Trier’in Nymphomaniac’ını gördüm. Doğru mudur?’
Mehmet Binay: Lars Von Trier gibi büyük bir yönetmene benzetilmek gurur verici ama siz izlediniz. Bu film bambaşka. Bu, meselenin daha ziyade sebepleri üzerine bir film. Biz benzediğini düşünmüyoruz. Ama yine de büyük bir yönetmenle anılmak güzel.
SORU: ‘Gerçek hastanın da tedavi yöntemi Emdr’mıydı?’
Caner Alper: Tedavi yöntemlerinden biri de Emdr’dı. Emdr bizim sadece tavsiye üzerine kullandığımız metotlardan biriydi. Daha fazla detaya girecek olursak; film çok genişleyecekti. Onun için sadece Emdr ile bıraktık.
SORU: ‘Gerçek karakter tedavi sürecine girmiş miydi?’
Mehmet Binay: Hayır. Gerçek karakter hiçbir zaman psikanaliste gitmedi. Yani; hastane süreci hiç bir zaman olmadı.
SORU: ‘Çocuk oyuncularla çalışmak zor olmadı mı? Çünkü; çok korkunç sahneler var.’
Mehmet Binay: Öyleyse şimdi ilk Güneş’ten bahsedeyim. Biz o sahneleri yazdığımız zaman ben, Tilbe ve İsmail Onur Coşkun (hikaye yazarı) için en büyük korku buydu. Keza oyuncularında korktuğu sahneler onlardı. Güneş; en küçük, 5 yaşında olan oyuncumuz, bir oyuncu koçuyla çalıştı. Benimle hemen hemen hiç karşılaşmadı. Ben sadece eleme aşamasında vardım. Oyuncu koçumuz ona ve ailesine bir oyun metodu geliştirdi. Lunaparka gittik; pamuk helva yedik; karnımız ağrıyor; karnımızın ağrısı geçsin filan gibi. Biz çok dikkatliydik bu konuda. Özellikle Güneş’in çekimlerinin olduğu sürede. Makasla kesme sahnesi ve benzerlerini cut yöntemi ile girdik ki o kesme sahnelerinde Güneş olmasın. Güneş’e sadece çığlık atmayı öğretmiştik. Baban elinde makasla döndüğü zaman çığlık at. Kapı çarptığı zaman çığlık at gibi. Onu mümkün olduğunca korumaya çalıştık.
Ergenlik dönemini canlandıran Ece ise sandığınız kadar küçük değil. 13-14 yaşlarını oynadı filmde ama biraz daha büyük. O bizi çok rahatlattı. Taner Birsel’in en korktuğu sahne o mutfak sahnesiydi. Ayrıca Ece, provalar esnasında sonradan bize katıldı. Çünkü; çalıştığımız ilk oyuncu o sahneleri gerçekleştiremedi. Ece ise çok rahattı. Av Mevsimi’nde oynamıştı. Şu sıralar Berlinale’ de yeni filmi çıktı. Bizi bu anlamda tecrübesi çok rahatlattı. Ve biz o sahneleri galiba ikişer üçer tekrarda tamamladık. Ben çekimler öncesinde ailesiyle özelllikle görüştüm. Ece önce geldi ve dedi ki: “ailem bana kesinlikle karışmıyor yapacaklarım konusunda. Ben kararlarımdan eminim, oynamak istiyorum”. Ben ise sen bir senaryoyu oku, dedim. Sonra da anneni babanı getir buraya. Ondan sonra annesi geldi. Ben sahneyi nasıl çekeceğimizi anlattım. Annesi: “Size güveniyorum, Ece’ ye de güveniyorum. Güzel bir şey olacağına inanıyorum, çalışın” dedi. Böyleydi. Peki sen zorlandın mı Ece?
Ece Yüksel: Ben ilk okuduğumda açıkçası biraz gerildim. Kendi kendime ben bunun altından nasıl kalkacağım dedim. Biraz soru işareti oldu kafamda ama sonra ekip ile tanıştım. Herkesi çok sevdim ve güvendim. O yüzden kolayca kalktık altından birlikte.
SORU: ‘Gerçek karakter filmi izledi mi?’
Mehmet Binay: Film bittikten sonra ilk önce biz ekip olarak izledik. Sonra bir sinema salonu kapattık. Onu çağırdık. Uçağa atladı ve geldi. İstanbul’da yaşamıyor. Sinemaya girdi. Öncesinde kahve filan aldık işte. Ufak tefek sohbet ettik. Ama herkes gergindi. Özellikle de o. Çünkü; o, bir oyuncu anne ve babanın çocuğu. Tiyatroda büyümüş ve dolayısıyla bir sanat eserinin gerçeklikten ne kadar farklılaşması gerektiğini de biliyor. Dolayısıyla beklentisi de sanata yönelikti. Nasıl bir filme dönüştü bu diye merak ediyordu. Sonra yaklaşık böyle bir sinema salonunda en ortada oturarak bütün filmi seyretti. Ve sonunda şöyle bir şey söyledi: “Babama hala kızgınım. Bana bütün bu kötülükleri yaptığı için ki ben gerçek hayatta daha kötülerini yaşadım. Ama böyle bir filme sebep olmamız ve onun böyle bir filme sebebiyet vermesi benim onu affetmemi sağladı” dedi. Babası bu arada 1993’te vefat etti. Sanatın güçlü olduğuna inanan bir insan. Onun için bize de bu denli güç verdi…”
Filmin eleştirisini okumak için tıklayın