02.06.2017

F. W. Murnau: Weimar Dönemi Sinemasında Politik Bir Duruş

Weimar Dönemi’nin ve pek tabiî sessiz sinema kuşağının önde gelen isimlerinden sayılan F. W. Murnau, bundan tam seksen dört yıl önce, kırk iki yaşında, doğduğu ülke olan Almanya’dan çok uzakta ABD’de hayatını kaybetti. Kimilerince oldukça klişe bir tabirle beyin göçü yahut sanat göçü gibi kavramlarla bu gidiş tescillense de Murnau ve dönemin yönetmenleri (Fritz Lang, Robert Wiene, Paul Wegener, Carl Boese vb.) filmlerini ve ülkelerinde vuku bulan siyasi ve ideolojik oluşumu kendi ülkelerinden uzak, stüdyolarıyla ünlü ABD’de çekmişlerdir. ABD’nin bu yönetmenlere kucak açmasını ünlü kuramcı Siegfried Kracauer “From Caligari To Hitler: A Psychological History Of The German Film (Caligari’den Hitler’e: Alman Sinemasının Psikolojik Tarihi – 1947) adlı eserinde şöyle ifade eder: “…1900’lerin başında Alman sinemasının verdiği ürünler Amerika’da beklenen bir ideoloji anlamında büyük bir beklenti oluşturdu. Alman kökenli olmak birdenbire tedavi edilmesi gereken bir imge haline geldi. Yaratılan psikoloji ile birlikte Alman halkının değişen ve yeniden evrilen süreci merakla beklenir oldu. Amerika’nın Alman sosyolojisi üzerine bilgi ağını tabiî olarak Alman sinemacılar üzerinden anlamlandırmak istemesi işte bu sebeptendir…”* ABD referansının Alman sineması ve yönetmenlere kapıları ardına kadar açması, yıllar sonra bu filmlerin kayıp ve düzgün kopyalarının yine burada çıkmasının temel prensibi işte tamamen bu ideolojik biçemle alakalı olmaktan başka bir şey değil.

Murnau’nun şu an için bildiğimiz yirmi bir filmi bulunmakta. Bu sayı arşivler tarandıkça ve yeni arşivler bulundukça daha da artabilir. 1919’da Fredrich Ebert’in Almanya’da başa gelmesiyle Murnau’nun da filmografisi başlar. İlk film olan “Emerald Of Death (Ölümün Zümrüt Yeşili – 1919)” ile geçiş dönemi ürünü olan “Tartuffe (1925)” hükümet değişimi ile aynı ivmede değişince ve bildiğimiz son filmi “Tabou (Tabu – 1931)”. Her biri politik süreçten alıntılar yaptığı filmler. Bunlar arasında en hafif ve kolay yutulabilir formda nitelendirebileceğimiz filmlerse son dönem filmleri. Weimar’ın kuruluş dönemine işaret eden yıllarda Murnau, aynı sene içinde birden fazla film üretir. Murnau’yu bunlar arasında izleyiciye sunulduğu andan itibaren başlayan ve hâlâ tartışmalara konu olabilen film “Nosferatu, Eine Symphonie des Grauens (Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi – 1922)” ile anıyoruz.

Filmin dert edindiği temel probleme girecek olursak film kısaca Wisburg isimli Almanya’daki bir kasabada yaşayan evli çiftimiz Thomas ile Ellen’e konuk oluyor. Thomas, Renfield isimli bir emlak danışmanı ile birlikte çalışmaktadır. Thomas zengin biri olan Kont Orlok adında biriyle yeni bir emlak anlaşması yapmak üzere Transilvanya’ya gider. Gidişiyle beraber Kont Orlok ve akabinde hızla değişen hayatları beklemedikleri şekilde bir hareket kazanır.

İzleyici için filmin filmsel hikâyesine değinmekten çok dert edinilmesi gereken en büyük kriter yönetmenin filmin dokusunu ince ince dokuyarak inşa etmiş olması. Filmsel anlatıda gerek hikâye bazında gerekse mizansenin bütün unsurlarında her taşın altından yeni bir referans çıkmakta.

Bram Stoker’ın 1897’de yayınlanan Dracula hikâyesinin yeni bir varyasyonu olarak perdeye yansıtılan Nosferatu, kimilerince ilk vampir filmi, kimilerince ilk korku filmi gibi temellendirilmelerin altına iliştirilse de özünde politik bir film. Tıpkı en başta saydığımız Weimar Dönemi’nin diğer yönetmenleri gibi Murnau’nun da yaptığı, yaşadığı topluma bir gönderme yapmak. Dışavurumcu Alman sinemasının ilk dönem ürünlerinden olan yapımın karakter isimlerinin bile belli bir amaca göre seçilerek motiflenmesi, mekan isimlerinin keza yine belli bir amaca hizmet etmesi bu filmi doğrudan korku ya da vampir türü eğrisinde değerlendirmeyi kolaycı bir nitelendirme haline getiriyor. Renfield adlı emlak danışmanının reel hayattaki karşılığının aslında kan emmekten zevk alan, mental ve psikolojik bir bozukluğu anması bu üslubu çürüten sadece bir örnek. Senaryonun yarattığı gerçek olmayan ve tekinsiz, rahatsız edici bu ikonografik örneklerin sayısı daha da arttırılabilir.

Hollywood kuşağını etkileyen anlatı yapısı ve biçimsel özellikleri ile Alman sineması ve bağlamdaki yönetmenler başta olmak üzere Murnau sinemada kendine has dili ile kendinden belki de yüz yıl sonra bile yeni bir politik anlatı aracı olarak vampir imajını doğuran bir anne figürüydü. Katman katman derinliklerine inebileceğimiz Nosferatu’dan son bir ileti: “Yaşamın Kanı, Yaşamın Kanı!”.

*Anton Kaes, “What to Do with Germany? American Debates about the Future of Germany, 1942 – 1947.” German Politics and Society. XIII (Sonbahar 1995), no. 3: 131, 139, n.1.