27.08.2019
Nokta – 108
Hellboy (2019)
Neil Marshall’ı beğenmeme rağmen sürekliliği olan bir yönetmen olduğunu söylemem zor. Filmlerinin birçoğu B filmi ruhu taşıyor. Seyirciye bu ruhu tam olarak geçiremediği Doomsday (2008) ve Centurion (2010) gibi filmlerde çuvallarken Dog Soldiers (2002) gibi hem öykü hem de prodüksiyon bakımından küçük ölçekli bir işte ilgi çekebiliyor.
2000’li yılların en iyi korku filmlerinden olduğunu düşündüğüm The Descent‘a (2005) imza attıktan sonra aynı seviyede bir eser ortaya koymamış olmasının sebeplerinden biri de Sam Raimi’nin Spider-Man’de yaptığını bir türlü yapamıyor oluşu olabilir.
Raimi, kült sayılacak B filmleri ile ünlenmiş olmasına rağmen Spider-Man’i (2002) çekerken özünden kopmamayı başarırken daha geniş kitlelere hitap edebilen bir anlatı sunabilmişti. Hellboy’da ise Marshall iki dünya arasında sıkışmış gibi duruyor. Belki bunda ilk kez kendi senaryosunu kullanmamış olması ve son kurguda da söz hakkı olmaması yatıyor olabilir. Sonuç olarak Hellboy’un sahneleri ile geri kalan tüm sekanslar birbirleri ile hem diyalogların tonu hem de yapısal olarak uyumsuz halde.
Hellboy’un ergence diyalogları ve etkileşimleri çok eğlenceli iken özellikle filmin kötüleri her anlamda dökülüyor.
İlk iki Hellboy’u çok sevmem ancak Del Toro’nun kokusu selülozun her yerine sinmişti. Bütünlüklü ve alıcısına çok şey vadeden parlak bir fantastik dünya yaratabilmişti. Yeni Hellboy ise biçimsel olarak yeksan ve etkileyici bir film yapabilmek ile paramparça bir can sıkıntısı yaratmak arasındaki çizginin ne kadar kısa olduğunu öğrenmek isteyenler için biçilmiş kaftan.
Brightburn (2018)
“Süperman kötü olsaydı ne olurdu?” sorusunun cevabını bulmayı istemek anlaşılabilir bir dürtü. Mahir ellerde ilgi çekici bir iş çıkabilir. Ancak bunu kotarabilmek, bir miti yeniden yazdıracak kadar incelikli bir çalışma gerektirir.
Çekimlere senaryonun ilk taslağı ile girerseniz ortaya Brightburn çıkar.
The Pool (2018)
Bu Tayland yapımı filmde, bir timsah ile boş bir havuzda baş başa kalan bir adamın öyküsü anlatılıyor. Son dönemde buna benzer birkaç filmle daha karşılaştık. Örneğin 12 Feet Deep’te (2017) iki genç kız bir havuzda üstlerine havuz koruyucusunun örtülmesi ile havuzun içinde mahsur kalıyorlardı. Bu noktada elbette geçmişteki hataları ile yüzleşmeleri gerekiyor çünkü denizde, havuzda veya karadaki herhangi bir izolasyon hali insanlara bu konuda bir şans verir.
Raging Bull’da (1980) Jake La Motta’nın hapishane hücresine girdiği an duvarları yumruklamaya başlayıp hayatının bu halde olmasına sebep olan asıl suçlunun kendisi olduğu gerçeği ile yüzleşmesi de bunun bir örneğidir.
Bu film ise kör göze parmak bir hesapçılıla önümüze konmuş ahlakçı bir “Gerçek Kesit” bölümünden farksız kalitede. Neyse en azından Tayland hükümetinin kürtaj karşıtlığı propagandası fonlarının nereye gittiğini öğrenmiş olduk.