11.08.2017
Nokta – 72
Atomic Blonde (2017)
Çizgi roman estetiğinin iyi yansıtıldığını söylemek mümkün ancak uzun dövüş sahneleri ne tatmin edici ne de inandırıcı. Üstelik Theron ne kadar çalışmış olursa olsun, o fizik ile vurduğunu devirdiğine inanmak pek olası değil.
David Leitch’in yönetmenlerinden biri olduğu John Wick’i insanların sevme sebeplerinden biri de “dövüş koreografisi”nden ziyade “çatışma koreografisi” ile seyir zevkinin yakalanmasıydı. Eğer seyirciyi heyecanlandırmak için tercihinizi dövüş koreografilerinden yana kullanacaksanız, en azından diğerlerinin, Theron’un hızlı görünmesi veya daha temiz dayak yemek için hareketlerini yavaşlattığı bir yapı tercih edilmemeliydi.
Üstelik çok eğlenceli olduğunu düşünen ancak son derece sıkıcı bir film olan Atomic Blonde, feminist bir bakış açısı ile değil yabancıların “male gaze” olarak tabir ettiği erkek bakış açısıyla çekilmiş bir film.
Theron’un karakteri ile Boutella’nın karakterinin dayanaksız bir ilişkiye girişmesi, Bond filmlerindekilerden bile daha “camp”, erkek beyni odaklı bir fantezi.
Üzgünüm ama “Berlin”, “Soğuk Savaş”, “Değişik Renk Paleti” anahtar sözcükleri bir filmi iyi kılmaya yetmiyor.
Dunkirk (2017)
Nolan’ın gerçekten de filme karakter yazmayı unuttuğunu düşünenler var. Burton’ın başlattığı çizgi roman karakterlerinin ciddileşmesi akımını apayrı bir seviyeye taşıyan birinden söz ediyoruz.
Muğlak motivasyonlu, kostümlü deliler ile anılan çizgi roman filmleri janrının değişmesinin baş müsebbiplerinden olan Nolan, nasıl ki diğer filmlerinde sadece iyi ile kötünün savaşını konu edinip meseleyi kapatmadı ise burada da bu kavramların ötesine geçiyor. Filmde asıl kahramanlık, hayatta kalmak. Yeniden ayağa kalkmak ve savaşmak için olduğunun henüz farkında değilseniz bile yaşamak.
Bu yüzden uzun zaman sonra ilk kez ölüm, kan, vahşet göstermeden, duygu sömürüsü yapmadan söyleyecek sözü olan bir film ile karşılaşıyoruz.
Nolan, daha önce filmlerinin sadece üçüncü perdesinde yarattığı ve benim “düzenli karmaşa” adını verdiğim anlatı yapısını bütün filme yayarak büyük bir risk almış ve ortaya derslik bir başarı çıkmış.
Bu filmi IMAX’te izleyip zamanda yolculuk edin ve Dunkirk’ün zevkini çıkartın.
War for the Planet of the Apes (2017)
Serinin son filminde, ikinci filmde noksanlığını yaşadığımız “ilginç insan karakteri” problemini Woody karakteri ile çözmüşler. Ancak ben, komedi performansları ile tanınan ve fiziken hafif şapşal görünümlü bir adam yerine öykündüğü Brando gibi büyük oynamadan büyük oynayabilen birini tercih ederdim.
Bence bir filmin yapılabileceği en zor şeylerden biri seyirciyi rahatsız etmeden türler arası geçiş yapması veya farklı filmlere referans vermesidir.
Artık rahatlıkla sinema tarihinin en iyi prequel üçlemesi diyebileceğimiz serinin son filmi War for the Planet of the Apes; Vietnam savaşı (bu bağlamda Platoon ve Apocalypse Now) ile beraber, hapishane, western, soykırım, dinî filmlerden etkilenmiş ve tüm bu farklı tonları birbirlerine eklektik olmayacak şekilde harmanlayabilen özel bir film olmuş.