26.07.2018
Nokta: Mission Impossible Özel
Mission Impossible (1996)
Görevimiz Tehlike; Twister, The Rock ve Independence Day gibi büyük aksiyon filmlerinin olduğu bir yılda karşımıza çıktı. Bu gişe filmlerinin aksine Mission Impossible’da sadece birkaç büyük aksiyon sahnesi yer alıyor ve Ethan Hunt silahını bir kez bile ateşlemiyor.
Finaldeki tren sahnesini çekmek için ısrarcı olanın da Tom Cruise olduğunu düşünürsek, De Palma’nın film için kafasında kurduğu biçimi daha iyi kavrayabiliriz.
Kendi Gerilim – Film Noir’ını çekmek isteyen yönetmen maalesef önümüze içi boş bir Femme Fatale karakteri koyuyor. Claire karakterinin tek başına resmedildiği anlarda, bana Dressed To Kill’i (1980) anımsatan “buğulu” bir görüntü var. Altı içerikle doldurulmadığı için de bu tarz trükler lüzumsuz biçimsel deneyler olarak kalıyor.
Brian De Palma, Carlito’s Way’de stili içerik ile birleştirdiği zaman durdurulamaz bir güç olduğunu kanıtlamıştı. Bu formülü, “bir ‘hit’e ihtiyacım var” diyerek terk etmiş olması, bazı defoları ortaya çıkarmış. Yine de Mission Impossible, unutulmaz sekansları ile De Palma’nın son iyi filmi.
Mission Impossible 2 (2000)
The Killer (1989), A Better Tomorrow serisinin (1986 ve 1987’deki ilk iki filmi ve Hard Boiled (1992) gibi eserleri sayesinde aksiyon sinemasının efsanesi olmuş John Woo’nun bir türlü Hollywood’da bu filmlerin başarısına yakınsayamamış olması ilginç.
Nasıl olsa “Alfred Hitchcock’ın Notorious (1946) filmi var zaten, yeni senaryoya gerek yok” diyerek kameranın arkasına geçmesi, serinin en kötü filmini izlememize neden oluyor.
Mission Impossible 3 (2006)
En iyi eserlerini 80’lerde vermiş iki ismin ardından JJ Abrams’a geçilmesi aynı zamanda seride, “tecrübesiz ancak vizyon sahibi yönetmenler” devrinin de başlangıcı oluyor. Daha modern bir aksiyon anlayışı (Shakey Cam) ve farklı anlatı (In Medias Res) yöntemlerinin denendiği film, sadece ardından geleceklerin habercisi.
Mission Impossible: Ghost Protocol (2011)
Brad Bird ilk açıklandığı zaman henüz hiçbir live action film çekmemiş olmasına rağmen böyle büyük bir projenin başına geçecek olması şaşkınlıkla karşılanmıştı.
Sonuç: Neredeyse Roger Moore dönemi Bond filmlerine benzeyen bir komedi filmi.
Filmleri bir bütün olarak değerlendirmek için kendi aralarında bir karşılaştırma yapıldığında “stil” açısından oldukça akışkan bir seri olduğunu açıkça görüyoruz.
Ancak bu noktada Ghost Protocol ile ilk kez yeni bir bakış açısı geliyor ve önceki filme referans verilip devamlılık hissiyatı yaratılmaya başlanıyor.
Bond serisi için Golden Eye’ın (1995) yaptığı modernizasyonun bir benzerini 3. film ve 4. film el ele vererek yapmış oluyor.
Mission Impossible: Rouge Nation (2015)
Alfred Hitchcock’ın The Man Who Knew Too Much filmlerinden alınmış opera sahnesi başta olmak üzere birçok keyifli sekansı barındıran, artık iyiden iyiye Tom Cruise’un “Bakın bu sefer ne yaptım. Ben yaptım.” şovuna dönüşen Mission Impossible serisinin en oturmuş filminde Rebecca Ferguson’un “tüm oyunu değiştirecek” katkısını göz ardı etmemek lazım. Şu ana kadar yapılmış en keyifli ve olgun Görevimiz Tehlike filmi on dokuz yıl boyunca giderek zamanın ruhunu daha iyi yakalamanın ve adım adım ilerlemenin bir sonucu. Bu yüzden yılların olgunluğu sayesinde yeni film Fallout’un Rouge Nation’ı da aşacağını düşünüyorum. Perdede ileriye doğru bakmanın faydalarını bir kez daha görmenin zamanı gelmişti.