13.06.2017

O AN: Nosferatu

Bram Stoker’ın Drakula’sı Beyaz Perdede

1897 yılında Bram Stoker tarafından yazılan Drakula romanı, sinemada baş gösterecek vampir külliyatının ilham perisi olmuştur. 1922 yılında F.W. Murnau tarafından çekilen Nosferatu, eine Symphonie des Grauens ise Stoker’ın romanından uyarlanan, beyaz perdenin ilk vampir filmidir. Kitaptan izin almadan yapılan bu uyarlama, her ne kadar büyük oranda Stoker’ın fikirlerini çalmış olsa da birçok açıdan da Henrik Galeen’in senaryosuyla bambaşka bir havaya da bürünmüş, kendisinden sonraki tüm vampir janrına esin kaynağı olmuş, unutulmaz bir yapımdır. Beyaz perde Murnau’nun Nosferatu’sundan sonra sayısız kez vampir kahramanlara ev sahipliği yapmıştır elbet. Bunlardan bazıları Murnau’dan fazlaca etkilenmiş, bazıları ise sadece Murnau’nun ruhunu taşımıştır. Lakin 1979 Werner Herzog yapımı Nosferatu: Phantom der Nacht, tam anlamıyla ustanın eserine bir saygı duruşu niteliğindedir.

Alman Dışavurumculuk ile Genç Alman Sineması’nın Büyük Buluşması

Herzog, Murnau ustanın Nosferatu’sunu adeta renkli görüntülerle ve sesli olarak elli yedi yıl sonra tekrar karşımızda arzı endam ettirir. Ufak nüanslar hariç Herzog, tam olarak Murnau’nun Nosferatu’sunu tekrar ete kemiğe büründürmüştür. Alman Dışavurumculuk ile bu akımı kendilerine rehber edinen Genç Alman Sineması, Herzog sayesinde büyük bir buluşma yaşar böylece. Alman Dışavurumculuğu’nun öncülerinden Murnau ile Genç Alman Sineması’nın yaratıcılarından Herzog, sinemanın en unutulmaz karakterinde buluşmuşlardır.

 

Ateşe Tutulan Pervane Misali Yanmak

Murnau’nun Kont Orlok’u (Max Schreck) ya da Herzog’un Kont Drakula’sı (Klaus Kinski) olan vampirimiz, ev almak amacıyla şatosuna davet ettiği emlakçının (Hutter-Jonathan) karısının fotoğrafını görür ve görür görmez aşk ve açlık arasında gezinen tarifi mümkünsüz bir arzunun pençesine düşer. Tek istediği şey bu kadına (Ellen-Lucy) kavuşmaktır artık. Elbette aristokrat, varlıklı, gizli güçleri olan kan emici, yaratık ile insan arasında bir yerlerde tanımlanabilecek anti kahramanımız hedefe ulaşır. Lakin bu ulaşma, pervanenin ateşe tutulmasından farksızdır. Kont, sonunda yanmak da olsa ateşine sorgusuz sualsiz tutulur.

Değme Aşklara Taş Çıkaracak Bir Tutku…

Büyük gözleri, kalın kaşları, sivri çirkin dişleri, fareyi andıran uzun kulakları ve uzun tırnaklarıyla oldukça korkutucu kontumuz, gölgesini de yanına alarak, hedefine ulaşmıştır. Her ne kadar Ellen, onun gelişinden ürkse de Lucy, onun gelmesini dört gözle bekliyordur. Lucy, vebanın pençesine düşmüş insanlığı kurtarmak adına kendini adar bir nevi. Bu noktada Murnau ile Herzog’un kontları farklı yollar izlerler. Murnau, Stoker’ın romanını da çiğneyerek Kont ile Ellen’in münasebetini fazlaca ahlakçı bir çizgiden verir. Lakin Herzog, tam da aslına uygun bir şekilde Lucy ile Kont Drakula’nın bu sahnesini, erotik dokunuşlarla çeker. Lucy’nin yatakta yatışı, kendini Kont Drakula’ya teklifsizce sunuşu, Drakula’nın ise adeta kendinden geçercesine Lucy’e dokunuşu tam anlamıyla kur yapma ve ön sevişme olarak tanımlanabilir. Kont Drakula’nın dişlerinin Lucy’nin boynuna geçirişi ise cinsel birleşmenin tam olarak temsili değil de nedir? Herzog, özellikle bu sahnede müzik kullanmayarak sadece inleme gibi sesleri duymamızı istemiştir. Murnau ise aynı sahnede senfoni müziği kullanmayı tercih etmiştir. Ayrıca Murnau’nun ustaca kotardığı ışık-gölge oyunlarını, şiddeti estetize etme halini ve gerçeküstü anlayışı karşısında duyulan hayranlığı ifade etmek zor. İki ustaya da yarattıkları muhteşem Nosferatu karakteri için büyük bir minnet duymamak elde değil. Değme aşklara taş çıkartacak bir tutkunun esiri olan Kont Orlok ya da Kont Drakula’nın yaşadığı yok oluş, sinemanın görmüş olduğu sayılı sonlardan bir tanesidir hiç kuşkusuz.