08.11.2021
Okul Tıraşı: Korku Atmosferinde Eğitim
Yusuf’un mücadelesi
Sonbahar film festivalleri tüm hızıyla devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda 9. Boğaziçi Film Festivali kapsamında, Berlin’den ödülle dönen daha sonra da 58. Altın Portakal’da en iyi film ödülünü alan Ferit Karahan imzalı Okul Tıraşı’nı izledik. 90’lı yıllarda Ağrı’da bir yatılı okulda okuyan yönetmen Ferit Karahan, kendi çocukluk yaşamından yola çıkarak Gülistan Acet’le kaleme almış Okul Tıraşı’nı.
Okul Tıraşı; baskı, itaat, çıkar ilişkileri, gizem ve zorbalığın hâkim olduğu bir yatılı okulda, 11 yaşındaki Yusuf’un hasta arkadaşına yardım etmek için tüm zorluklara karşı verdiği mücadelenin öyküsü… Karanlık ve kasvetli atmosferiyle kurumsal bir yapıdaki rejimin çatlaklıklarını gözler önüne seren film, gerçek bir politik eleştiri sunuyor ve doğru yanlış, gerçek yalan nedir, suçlu masum, güçlü zayıf kimdir sorularına yanıt arıyor. Yusuf ve Memo’nun zorlu kış şartları altında tezat oluşturan sıcak arkadaşlık hikâyesi ise bu eleştirinin arka perdesindeki tek umut verici şey.
Duygusal tonu ve yer yer içinde barındırdığı kara komediyle de seyirciyi elinde tutuyor Okul Tıraşı. İçinde bulunulan durumun zorluklarının komediyle birleşmiş olması filmi acı bir yaşanmışlık deneyimden uzaklaştırırken, yalın ve bu kadar gerçekçi bir anlatım, müziksiz bir seyirle izleyici içine almayı başarıyor.
Yatılı okulda yaşam
Yetersizlik, bürokrasi ve okuldaki sorumluların empati eksikliği Yusuf’un çabasını her ne kadar imkânsız kılsa da olayın temeli aslında korku kültürü ve buna bağlı olarak gelişen sessizlik ve yalan. Nitekim Ferit Karahan verdiği bir röportajda da bunu doğruluyor: “Bütün baskıcı sistemlerde -bir ev ya da devlet fark etmez- korku, bütün yaşamı şekillendirir. Korkunun olduğu durumlarda ondan kaçmak için bazı yollara başvurulur. Yalan söylemek de bunun büyük bir parçası…” Böylelikle yalan, aslında baskı ve zorbalığın olduğu yerlerde ayakta kalabilmek ve hayatını devam ettirebilmek için bir karşı koyma biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Keyfilik, tutarsızlık ve kişisel bütünlükten yoksun bir anlayışa sahip olan yatılı okul yönetimi, çocukların haftada bir kez sıcak su ile banyo yapmasına izin veren, kaloriferlerin yanmadığı, fazla ekmek yemenin yasak olduğu, öğrencileri soğuk suyla duş yaptırarak cezalandıran, müdürün kendi çıkarı için okul sorumlusunu köye peynir almaya gönderdiği ve dahası aracında kar lastiği olmadığı için bunun ücretini illegal bir şekilde okul bütçesinden kullanarak yaptırmaya çalıştığı bir yer.
Politik düzlemde muazzam bir eleştiri sunan Okul Tıraşı, bir eğitim kurumu olan yatılı okulda aslında eğitimden çok acımasız çıkar ilişkilerinin var olduğunu gözler önüne seriyor. Bu ilişkiler de belli bir hiyerarşide işliyor, öncesinde müdür ve müdürün istekleri, sonrasında öğretmenler ve koydukları çarpıcı kurallar, en aşağıda da öğrenciler ve maruz kaldıkları sisteme uymak zorunda kalıp asimile olmaları… Bu anlamda gücü elinde bulunduranlar daima başkasını suçlayacak bir günah keçisi buluyor. Zayıf olanın sistemin dışına itilmesi ve cezalandırılmasının, bir yatılı okulun cezaevi konumuna sokularak anlatılması bir hayli anlamlıydı.
Demir parmaklıklar arkasındaki Yusuf’un son sahnesi, baştaki ve sondaki banyo sahneleri, revire girişteki kaygan zeminde her içeri girenin kayıyor oluşu, öğretmenlerin ve müdürün hasta yatağında yatan Memo’nun hemen yanında birbirleriyle tartışıp suçlu arayışları benim favori sahnelerimdi.
Okul Tıraşı, hem kadrosunda barındırdığı yüzlerce çocuk oyuncuyla hem de topluma ve yaşama dair sunduğu gerçeklikle sadece Türkiye’de değil yurt dışındaki birçok festivalde de iyi yorumlar aldı, ödüllerle döndü. Yolu uzun olsun.