02.01.2019
Pera Sohbet: Buse Yıldırım
Kundura Fabrikasının Bacası Sanatla Tütüyor
Günümüzde film ve dizi platoları olarak kullanılan Beykoz Kundura’da bir süredir tematik film gösterimleri oluyor. Hatta Aralık ayı içinde canlı müzikle bir film gösterimi bile gerçekleşti. Birçok bakımdan Beykoz Kundura ve içinde yer alan Kundura Sinema dikkat çekici. Beykoz Kundura’nın Kültür Sanat Yöneticisi Buse Yıldırım’la geçmişten başlayan sohbetimiz fabrikanın özelleşmesi sonrası gerçekleşenler ve gelecek projelerine yol aldı. Beykoz Kundura’ya ulaşmaya çalışırken sanki geçmişime doğru bir yolculuğa çıktım. Beykoz’a çok nadir gelmişimdir. Ve ilginçtir ki bu anılar hep çocukluğumdan. Yol boyu bir yandan araba kullanıp bir yandan da o günleri düşündüm. Çok bilinen tabirle hayat film şeridi gibi akarken bir yandan da İstanbul’un yaşadığı değişimi düşündüm. Şehrin kimliğinin nasıl değiştiğini, yıkılan binaların tıpatıp aynısının yapılsa bile ki bu imkânsız kokusunun nasıl yok edildiğine üzüldüm.
-Beykoz Kundura mekânının önce plato olarak kullanılmaya başladığını, daha sonra tadı hâlâ damağımızda kalan yazlık sinema ruhunu yaşatan açık hava film gösterimlerinin yapıldığını hatta düğünler için de kullanıldığını biliyoruz. Bahçeden içeri girince önce gerçekle kurmaca arası bir ortam karşılıyor bizi. Sonra geniş bahçede yol aldıkça başka binalar çıkıyor karşımıza. Sanki zamanda farklı dönemlerden izler var bu binalarda. Kurmaca filmlere mekân olan binalarla gerçekleri birbirine karışmış burada. Bugün sadece hafta sonları film gösterimleri yapılan Kundura Sinema’ya kadar olan yolculuğun nereden başladığını , hangi yıllara uzandığını ve hangi duygularla bugüne gelindiğini anlatır mısınız?
Beykoz Kundura’nın çok köklü bir tarihi var. 19. yy’ın ortalarından itibaren Osmalı’nın ilk sanayileşme adımlarından biri atılıyor burada. Konumu olarak çok uygun buna. Beykoz o dönemlerde avcılık yapılan bir yer. Büyük ceviz ağaçları var (koz ceviz demek ) . Burası sürekli bir dönüşüm geçirmiş bir yer. Tabakhane olarak kullanıldığı bir dönem var. Şehirden uzakta olması , konumu, coğrafi özellikleri çok uygun sanayileşme için. Arkasından kâğıt fabrikası olarak kullanılıyor. Abdülhamit döneminde İngilizler tarafından Hamidiye Kâğıt Fabrikası kuruluyor bu mekânda. Fakat çok fazla sürdürülebilirliği sağlanamıyor ve birkaç yıl içinde kapanıyor. Bu dönemin görsellerine biz Yıldız Sarayı’nın arşivinde rastladık. Onları kartpostal olarak bastık. Sinema salonumuzda görebilirsiniz. Burası sürekli bir dönüşüm geçirmiş. Çok farklı dönemlerde zaman katmanlarına ait binalar var burada. Hamidiye Kâğıt Fabrikası’nda yapılan binalar da duruyor. İlk böyle başlıyor ama savaş dönemlerinde üretim biraz azalsa da tabakhane tarafı devam ediyor bu süreçte. 1933 yılında Sümerbank devreye giriyor. Ve Sümerbank müessesi olarak geçiyor. Bugün sinemanın olduğu bina 1900’lerde inşa edilmiş. Tüm katmanlarının özünde burada bir hikâye ve bir yolculuk var. Kundura Sinema ise aslında İstanbul’un kültür sanat izleyicisi ile buluşan bir hikâyenin de bir kahramanı . 1999’da ilk özelleştirme talep ediliyor ama bunun yürürlüğe girmesi 2002’de oluyor . 2004’te de Yıldırım Holding’e geçiyor. Burada 50’lerin ortasında başlayan bir revizyon dönemi var. Buranın günde birkaç milyon çift ayakkabı üretimi sağlayan bir alt yapıya sahip olması için Çekoslovaklar ‘dan destek alınıyor.
-Bahçede diğerlerinden farklı bir yapı gözüme çarptı. O sanırım Çekoslovaklar tarafından yapılmış.
Evet onların yaptığı bir bina var. Bant sistemini ilk onlar kuruyor burada. Kendi kendine büyüyen organik bir yapısı var buranın. Evet biz buraları korumak istiyoruz ama buranın hikâyesi ne? Neye sahip çıktığımızı bilmeden ona can vermek çok zor. Bu sorular bizi bir sözlü tarih projesine götürdü. Sümerbank döneminde yapılan araştırmalardaki arşivlerde sadece üretimle ilgili sonuçlara varıyoruz ama burada çalışan insanların bir de sosyal hayatı vardı. Sadece fabrikayla sınırlı kalan bir şey değil, insanlar burada yaşıyorlar, düğün yapıyorlar, voleybol oynuyorlar, yemekhane sinema salonuna dönüşürmüş örneğin. Orada filmler izlenirmiş, Western severlermiş . 70’lerde , 80’lerde daha çok Yeşilçam’a merak sardıklarını öğrendik. Dirseklerini masaya koyduklarında dirsekleri yağ olurmuş, ne kadar temizlense de o kadar insanın yemek yediği bir yer. Burada çalışan herkes burayı evi, ailesi gibi görüyor. Gündelik ritmi belirleyen etkeni var. 1948’de işe giren biriyle görüşmüştük. Sabah kalkış düdüğünü fabrika çalıyor. Saat taşımıyorlar. Anne diyor ki düdüğe kalmadan gel. Baba eve gelecek, burada fırın da var, insanlar ekmeğini alıp gidiyorlar evlerine. Hatta çocuklar ekmek deri koktuğu için babalarına tepki vermişler. Bacalar sözlü tarih görüşmelerinde çokça çıkıyor. O bacanın tütmesi çok önemli. İnsanlar fabrika bacasının tüttüğünü arzuluyorlar çünkü fabrikanın yaşadığını yeniden görmek istiyorlar.
-Bacanın tütmesi fabrikanın yaşaması, nefes alıp vermesi gibi bir anlamda. Bu sözlü tarih projesini Kundura Hafıza olarak tanımlıyorsunuz. Yüzün üzerinde kişiyle söyleşiler yapmışsınız, yüzlerce belge, fotoğraf, belge, toplanmış. Hatta sinemaya gelen izleyiciler bunların bazılarını Marangozhane’de görebiliyorlar. Kreşten kalan bir bebek yatağı, masalar, sandalyeler, dikiş makinaları hala üretim döneminin kokusunu canlı bir şekilde duvarlarında, havasında barındıran Marangozhane’de görülebiliyor.
Kundura Hafıza, fabrika alanının hafıza projesi Fabrikadan kalan kâğıt malzemeleri , afiş, makinalar, ilan gibi her şey restore edildi. Hala temizleniyor o makinalar. Tüm fabrika alanı materyal kültürü anlamında da arşivleniyor. Yani bunu sadece sözlü tarih olarak düşünmeyin. Proje devam ediyor. Sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz . 1500’e yakın fotoğraf topladık. Geçenlerde biri aradı. Babasının kartını paylaştı bizimle. Marangozhane ‘yi 2019’da tüm topladığımız belgelerle , bir sergi alanına dönüştürüp, ziyarete açacağız. Kişisel, özel bir arşiv gibi düşününü bunu. Kendi ait alanlarını sosyal mekanizmaya dönüştürmeleri çok etkileyici. Biz de burada sinema açıyoruz ama aslında geçmişte var olanı tekrar açıyoruz. İnsan dediğiniz şey özünde değişmiyor. Malzeme değişiyor. Mekân değişiyor . Buna sahip çıkmak müthiş bir şey.
-Kundura Sinema’ya ilgi nasıl ? Daha açılalı iki ay oldu ama izleyiciniz var mı ?
Hep doluyuz, hiçbir zaman bir kişiye film oynatmadık. İki ay kısa bir zaman. Birçok şeyi yeni yen, öğretiyorsunuz. Tekneyle bir yere gitme alışkanlığı çok az. Eskiden lojmanda yaşayanlar için fabrikanın teknesi varmış. Biz de İstinye’den buraya tekne koyduk. Tekne ücretli ama Yeniköy’den Beykoz’a normal toplu taşıma neyse o kadar. Bu biraz gönül işi. Burada bir kültür mirası var. Amaç bunu doğru bir şekilde dönüştürmek .
-Birlikte çalıştığınız danışmanlarınız da var bildiğim kadarıyla.
Evet üç kişiyle çalışıyoruz. Elif Rongen Kaynakçı, Hasan Cömert ve Pia Chakraverti-Wuerthwein. Otuz saniye story’ye tahammül edemeyen nesli bir film mirası ile karşılaştırıyoruz. Coğrafya ya da tür ayrımı yapmaksızın yapıyoruz programımızı. Aynı zamanda Beykoz’u öğretiyoruz. Seyircilerimizde şunu gözlemliyoruz. Odaklı seyirciler geliyor. Merakından gelen değil gerçekten sinema izlemek isteyenler geliyor. 50’lerde çekilmiş bir filmi kim izler diye sorduğumda yanıtını veren seyirci geliyor. Beykoz çevresinden gelenler oluyor evet, daha çok 35-45 yaş arası, kurumsal hayatı olan, boş vakitlerinde kültür sanata vakit ayıran kitleler geliyor. Yaş ortalaması çok genç değil çok yaşlı da değil.
-O zaman şöyle diyebiliriz; bilinçli sinema izleyicileri Beykoz Kundura’ya film izlemek için geliyorlar. Ne güzel böylesi bir mirasa yaşadığı günlerin ruhuna sadık kalarak sahip çıkıyorsunuz. Peki sinema dışında diğer sanat dalları ile ilgili gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz var mı ?
Sinemayı bu sene açtık, yanındaki binayı da sahneye dönüştürüyoruz. Bahar aylarında bitmiş olacak ama sezon ortasına denk geldiği için 2019-2020 sezonuna tiyatro sahnemizin programını hazırlıyoruz. Yaz aylarında bir yaz okulumuz olacak. Uluslararası, yabancı eğitmenlerin olacağı bir yapı olacak. Farklı disiplinleri tiyatro eserlerine uygulamak üzerine diyebilirim aslında az çok. Sahnenin esnek bir yapısı olacak. Performans, tiyatro, konser gibi . Orta sahne İtalyan sahne tarzında. Gelecekteki en önemli projelerden biri bu. Sinema da zamanla oturacak. Derken bir kompleks olacak burası.
-Film programınızın bir tema çerçevesinde oluştuğu ve sadece hafta sonları olduğu dikkat çekiyor . Bu böyle mi devam edecek ? Peki hiç popüler gösterimler olmayacak mı ?
Şu an sadece hafta sonu var. Şehir temalı filmler gösteriyoruz. Bunu büyük bir şemsiye olarak düşünelim. Ama alt temalar üzerinden ilerleyeceğiz . Şehrin karakterler üzerine olan etkisi., modernliğin getirdiği yapılar doğrultusunda karakterlerin değişimini yansıtan hikâyeler var programda. Ben programın yapısını kurarken, danışmanlarımızla da konuşuyoruz, az çok yumuşak geçişlerin olduğu, dramatürjik bir yapı varmış gibi, bağlantıların ve akışın olmasını önemsiyorum. Rastgele seçilmiyor filmler . Siz nasıl gelirken bir yolculuğa çıktım demiştiniz ben bu yolculuğun buraya geldiğinizde de devam etmesini önemsiyorum. Burada bir ürün satışı yok, deneyim var. Evden çıkıp tekneye binersiniz, arabaya binersiniz belki bir otobüs yolculuğu ile geleceksiniz. Hiç bilmediğiniz yerleri pencereden izleyerek geleceksiniz buraya, sonra bir yemeğinizi yersiniz, kahvenizi içersiniz. Program kentler arası yolculuk , distopik şehirlerle ilgili hikâyelerle devam edecek. Mesafe ve yolla bir ilişki kurduk İstanbul’daki hayatımızda, Taksim Beyoğlu ve Cihangirden dışarı çıkmadan kendi içimizde bir sınır koyuyoruz.
-Aslında siz sanatla şehrin içindeki sınırları yıkıyorsunuz bir anlamda.
Tematik ilerliyoruz evet , distopik şehirlere de değineceğiz, farklı coğrafyalardaki şehirlere de bakacağız. Çin mesela. Ocak ayında yeni bir sessiz filmimiz olacak. Farklı dönemlerin farklı hikâye anlatıcılarıyla izleyiciyi tanıştırmayı da hedefliyoruz. Hafta sonu oluyor ama hafta içi denemelerimiz de olacak. Her ayın son Cuması özel gösterim tadında ana temamızdan dışarı çıkarak popüler kültürün biraz parçası olduğu yeni restore edilmiş filmler olacak. Beyaz perdede izleme şansımız olmayan yıldızları izleyeceğiz. Örneğin Ocak, Şubat, Mart aylarının son cuması Bazıları Sıcak Sever’de Marilyn Monroe’yu izleyeceğiz. Ufak ikramlarla farkı bir gösterime dönüştüreceğiz.
-Dantel gibi işlemek diyelim buna.
Danışmanlarımızla birlikte hep beraber tasarladığımız bir yapı oluşuyor ve severek yapıyoruz. Gösterim zamanı başlıyor diye bir anonsla duyurmak yerine, bir kısa filmi oynatarak bu hissi vermek istiyoruz. Özellikle seçtiğimiz Kaurismaki’nin Valimö isimli filmi o da; fabrika döneminde mesai sonrası işçilerin sinemaya gittiği döneme gönderme yaparak, filmde fabrikada sinemaya giden işçileri ve Lumiere Kardeşler’in sinema tarihinin ilk filmi olan işçilerin fabrika çıkışını izliyorlar. Aynı zamanda bazı uzun metraj filmlerin öncesinde kısa deneysel film de gösteriyoruz. Önemli olan çok alışkanlıklarımızın dışında olmayan sinema türlerini de her seyircimize tanıtmak.
Buse Yıldırım’la sohbetimiz de zamanda bir yolculuk gibi aktı ve şimdi film izleme zamanı . Kendisine teşekkür ederek bulunduğumuz kafenin karşısındaki sinema salonuna yöneliyorum. İçerisi sımsıcacık bir sinema atmosferi sunuyor. Rahat kanepelerde sanki evde film izlermişsiniz gibi ama burası bir sinema salonu. Aslına sadık kalarak yapılan her türlü değişimin tadı da bir başka.
Beykoz Kundura ile ilgili linkler aşağıdaki gibi :
Gitmeden programı mutlaka kontrol etmekte fayda var.
https://www.kundurasinema.com/
https://www.kundurahafiza.com/