16.09.2022
Pera Sohbet: Ümran Safter ile Kabahat Filmi Üzerine
“Erkek egemenliğiyle biçimlenmiş geleneksel toplum, kız çocuklarını töre, gelenekler, kör inanç ve cehaletle hala baskı altında tutmaya çalışıyor”
Eylül ayının gelmesiyle birlikte festival mevsimi açıldı ve gerek dünyada gerekse ülkemizde merakla beklenen filmler seyircisiyle buluşmaya başladı. Festivallerin seçkisinde yer alan ve önümüzdeki süreçte ismini sıklıkla duyacağımız yeni filmleri de bu vesileyle izlemeye başladık. Daha önce ulusal ve uluslararası film festivallerinden ödül alan İstanbul’un Gözü, Kadın Olmanın Günahı, Sevan Bıçakçı ve Kapıyı Açık Bırak gibi belgesel filmlerinizden tanıdığımız Ümran Safter ise bu kez karşımıza kurmaca projesi ile çıktı. Yönetmenin 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren ilk uzun metrajı Kabahat, ergenliğe yeni adım atan Reyhan’ın yaz tatilini babaannesinin köy evinden geçirmesi ve burada en yakın arkadaşı Şükran’la olan sıra dışı dostluğu ve dayanışmasını anlatıyor. Çekimleri Çankırı Merkez, Korgun ilçesi ve Akçavakıf köyünde gerçekleştirilen filmin oyuncu kadrosunda ise Mina Demirtaş, Ece Demirtürk, Berivan Edebali, Işıl Acaray, Kayra Kalaycı ve Eray Yasin Işık yer alıyor.
Filmin yönetmeni Ümran Safter ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka pek çok konuyu konuşma fırsatı buldum. Keyifli okumalar.
Ergenliğe yeni adım atan Reyhan’ın yaz tatilini babaannesinin köy evinden geçirmesi ve burada en yakın arkadaşı Şükran’la olan sıra dışı dostluğu ve dayanışmasını izliyoruz Kabahat’te. Filmin hikayesi nasıl ortaya çıktı? Her ne kadar kurmaca olsa da gerçek yaşamdan izler taşıyor mu?
Her hikâye zaten genel anlamda, gerçek yaşamdan yola çıkarak zihinsel süreçlerden geçer ve bir başka dünyada kendi gerçekliğini yeniden yaratır. Kabahat’in üretim süreci de bu şekilde gelişti. Yaşamın olağan akışındaki zenginliği insan odaklı bir kesitten ele alıp yeniden tasarlamayı amaçladım. Kendi çocukluğumdan süzülen hatıraların yanında tasavvurumda oluşan Reyhan karakteri özelinde bir dünya kurmaya çalıştım.
Reyhan bu dünyada bir yandan ergenlik sürecinin sorunlarıyla boğuşuyor, bir yandan da çağın talep ettiği bireyselleşme sürecini deneyimliyor. Dahil olduğu ortam ise yapısı gereği buna müsaade etmiyor. Köy yaşamı geleneksel kültür kodlarıyla şekillenmiş, inanç sistemiyle belirlenen, bu nedenle bireyi, bireyselliği, farklılıkları, yeniyi kolaylıkla kabul edebilecek bir ortam olmaktan oldukça uzak. Reyhan, hayata dair kendi enerjisiyle, gelenekselin dayatmasından ortaya çıkan bir karabasanın arasında kalıyor. Şükran’la dostluğu ise Reyhan’ı onun sorunlarına karşı da bir duyarlılığa ve dayanışmaya itiyor. Böylece arkadaşının sorununa yaklaştığında kendi durumunu daha iyi görebileceği bir farkındalık boyutu yakalıyor. Diğer yandan teyzesi Münevver de “kötü şöhreti” ve sıra dışı kişiliğiyle, Reyhan’da büyük bir merak uyandırıyor.
Sizi daha önce ulusal ve uluslararası film festivallerinden ödül alan “İstanbul’un Gözü”, “Kadın Olmanın Günahı”, “Sevan Bıçakçı”, “Kapıyı Açık Bırak” gibi belgesel filmlerinizden tanıyoruz. Kabahat ise ilk uzun metrajınız. Belgesel çeken bir yönetmeni kurmaca bir film çekmeye iten neden(ler) ne oldu?
Üniversitede Arap Dili ve Edebiyatı okudum ve okuldan sonra gazetecilik yapmaya başladım. Muhabirliği hem yazılı hem de görsel medyada büyük bir tutkuyla yaptım. Gazeteciliğin faydası şudur: Bir insanın yaşam süresi boyunca tanık olamayacağı farklı pek çok olaya, insana ve mekâna tanıklık edersiniz. İnsan hallerine dair geniş boyutlu bir gözlemleme olanağı bulursunuz. Ancak 2013 yılına gelindiğinde mesleği daha fazla sürdüremeyeceğimi anladım. Gazetecilikten belgeselciliğe bir nevi zorunlu yatay geçiş yaptım. Bu süreçte kurmaca film çekme arzum hiç yoktu fakat gazetecilik hayatım boyunca kısa hikayeler yazıyordum. Kabahat’i yazmaya da öyle başladım. Kısa film senaryosu diye başladım. Hatta senaryoyu çekmesi için bir arkadaşıma verecektim. Eşim ve aynı zamanda filmin de yapımcısı olan Suraj Sharma’nın yoğun teşviki ve desteğiyle hikâyeyi uzun metraj film senaryosuna dönüştürdüm. Bu süreçte de arkadaşım Zafer Şengül’ün danışmanlığından çokça faydalandım. Senaryo üzerine kapsamlı tartışmalar yaptık. Yine Suraj’ın maddi ve manevi desteği ile senaryo, filme dönüşmüş oldu.
Yönetmenlik geçmişiniz olmasına karşın Kabahat ilk uzun metrajınız ve yönetmenler açısından bu ilk adım her zaman özel bir yere sahiptir. Filminizin hazırlık, çekim ve post prodüksiyon sürecinin nasıl ilerlediğinden biraz bahsedebilir misiniz?
Senaryonun yazımı yaklaşık bir yıl sürdü. Bu bir yıl boyunca hikâyenin geçtiği mekanları sık sık ziyaret edip kız çocuklarıyla, kadınlarla uzun sohbetler yaptım, gözlemlerde bulundum. Görüntü yönetmeni arkadaşım Bertan Özer ile filmin görsel stili üzerine çokça konuştuk ve hikayenin de özüne uygun uzun planlardan oluşan yalın bir görsel stil belirledik. Olağanüstü iyi oyuncularla çalıştım Mina Demirtaş, Ece Demirtürk, Işıl Acaray, Berivan Edebali, Kayra Kalaycı ve Eray Yasin Işık gibi. Her biri ellerinden gelenin en iyisini vermeye çalıştılar. Oyunculara hikayeyi ve karakterleri anlattım. Zaten hikayedeki karakterlerle ilgili uzun analizler çıkarmıştım. Öncelikle oyunculardan karakterleri anlamalarını istedim. Filmi geçen yıl eylül ayında iki haftada çektik. Kurgusunu da kendim yapmak istediğim için kurgu süreci planladığımdan biraz daha uzun sürdü. Bu süreçte Kaan Güler ve Engin Yıldız destek oldular. İnce kurguda da arkadaşım Ömer Leventoğlu ile çalıştım. Filmin ses tasarımını Tuğrul Gültepe, rengini Levent Öztürk, müzikleri ise Yağız Oral yaptı. Cast direktörlüğünü ve sanat yönetmenliğini Suraj ile birlikte yaptık.
Filmi hiçbir mali destek almadan, iç mekanda çok az, dış mekanda ise hiç ışık kullanmadan, mekanları doğal haliyle kullanarak çektiniz. Bu tarz minimal bir iş yapmak öncelikli tercihiniz miydi yoksa şartlar mı bunu gerektirdi. Filmin hazırlık, çekim ve post prodüksiyon aşamasında yaşadığınız zorluklar oldu mu?
Filmi, aralarında sektörün çok tecrübeli isimlerinden 9 kişilik küçük bir ekiple çektik. Bu bize hız kattı ve daha iyi mobilize olma olanağı sağladı. Üç oyuncumuz hariç filmdeki oyuncuların tamamının ilk deneyimleriydi. İç mekânda çok az ışık kullandık. Dış mekânlarda ise tamamen doğal ışık tercih ettik. Köyde, benim büyüdüğüm evi de Reyhan’nın babaannesinin evi olarak tasarladık. Çankırı’daki şehir sahnelerinde mekânları ve insanları da tüm doğallığı ile filmin içine aldık. Bu nedenle şehir sahnelerinin çekimleri nispeten daha zor oldu. Filmin hiçbir sürecinde mali destek almadık. Belki de böylesi daha iyi oldu. Senaryoyu özgürce yazdım, filmi özgürce çektim, tamamıyla bağımsız bir film oldu. Baştan beri tercihim, büyük olayları kovalayan hikayelerden ziyade insan hallerinin yansıtıldığı minimalist tarzda filmler yapmaktı. Bunu yapma şansı buldum. Çünkü zaten her bir karesi mühendislik olarak tasarlanmış, ışıltılı görüntülerle süslenmiş, ünlü oyuncuların olduğu filmler yeterince yapılıyor. Bu filmler, seyirciye kendisini dayatıyor ve “bak bana” diyor. Biz ise ” gör ve anla beni” demek istedik.
Ergenliğe henüz adım atan Reyhan, köydeki en yakın arkadaşı Şükran’la birlikte yaşama dair yeni ve farklı şeyler keşfediyor, korkularıyla yüzleşip dostluk ve dayanışmanın ne olduğunu anlıyor. Bir yetişkin olarak ergenliğe yeni adım atan bir genç kızın içinde bulunduğu karmaşık duygu durumunu yazarken kendi yaşanmışlıklarınızdan da faydalandınız mı?
Kendi yaşadıklarımın yanı sıra diğer kadınların yaşantılarına dair gözlemlediklerimden de beslendim. Hikâyenin de ana temasını oluşturan regl konusu hala büyük oranda tabu olma özelliğini koruyor. Hala konuşulması ayıp sayılıyor. Hala pedler siyah poşetlerde satılıyor. Erkek egemenliğiyle biçimlenmiş geleneksel toplum, kız çocuklarını töre, gelenekler, kör inanç ve cehaletle hala baskı altında tutmaya çalışıyor. Senaryoyu yazarken Reyhan’ın karşılaştığı durumları, onun duygu ve düşünce dünyasından yansıyan bir gözle ele alıp anlatmaya çalıştım. Karakterlerimizin, sosyal temsiliyetlerinin ötesinde öznel kişilikler olmasına gayret ettim. Klişelerden, didaktik üsluptan, gündelik siyasi tartışmalardan ve kaba sosyolojik yaklaşımlardan ziyade sanatsal ve estetik olana yakın durmaya gayret ettim. Aynı zamanda inanç sistemlerine tepeden bakan aydınlanmacı bir dile de teslim olmak istemedim. Olabildiğince sade, bireyi özne olarak ele alan sinematografik bir dil tercih etim. Özgün karakterler yaratabilmek için de ezberci oyunculuktan uzak durmaya çalıştım. Öyle umuyorum ki izleyicide farklı hisler uyandıran, tek boyutlu olmaktan uzak, farklı anlamlar üretilebilen, kompleks bir mecra yaratabilmişizdir.
Şehirde yaşayan Reyhan’ın köyde karşı karşıya kaldığı durumlar onun için adeta bir kültür şoku oluyor. Modern şehir yaşamının tam aksine daha muhafazakar bir yaşamın hakim olduğu köy yaşamı ise birçok zıtlığı beraberinde getiriyor. Filmin yazım aşamasında hikayeyi ve karakterleri bu zemin üzerine oturtmanın kendi içinde hangi zorlukları oldu ve bunları nasıl aştınız?
Reyhan’ın yaşadığına kültür şoku demekten ziyade, kültür dayatmasının yarattığı bir çatışma durumu demek daha doğru olur gibi geliyor. Reyhan’daki tavır, var olanı, kendisine dayatılanı kabullenmeme, ona karşı direnç gösterme hali. Bu ise alışılageldiği gibi politik bir bilinç halinin ötesinde günümüz gençliğinin kimliğine ilişkin de bir özellik. Bu Reyhan’da olduğu kadarıyla Şükran’da da öyle. Karakterlerimize fazladan, olağan olmayan bir özellik yüklemek istemedik. Dolayısıyla ikisinde de belli biçimlerde ortaya çıkan, direnç gösterme ve karşı çıkma biçimi içinde bulundukları koşullar gereği farklılık gösteriyor. Yazım sürecinde de çekim sürecinde de Reyhan’ı merkezimize aldık. Hayatla, çevresiyle, iç dünyasıyla yaşadığı etkileşimleri takip ettik. Bireyi ve onun yaşadıklarını esas aldığımız için de karakterler ve onların yarattığı dramatik izlek bakımından savrulmalar yaşamadığımızı düşünüyorum.
Arapça kökenli olup “uygunsuz hareket, çirkin, yakışıksız davranış, suç, kusur, töhmet” anlamına gelen ve filmi de ismini veren “kabahat” kelimesini sık sık duyuyoruz. Ahlaklı bir birey olmak için kabahat işlememek tek başına yeterli mi?
Ahlak ve etik kavramsal olarak farklı, toplumsal açıdan çok daha farklı ele alınması gereken bir konu. Bizim gibi ülkelerde, toplumu var eden değer sistemi olarak ahlakın odağı, hemen hemen kadının gözetimi ve denetimi meselesi üzerinden kendisini gerçekleştiriyor. Hristiyanlıkta “asli günah” benzeri, tüm insanlığa yüklenen doğuştan günahkâr olma anlayışı sanki gerçekte ve olağan biçimde aslında kadınların omzuna yüklenmiş durumda. Öyle ki kadın, günahkâr olmaya en yakın, ahlakı bozma potansiyeli en yüksek unsur olarak görülüyor. Yani varoluşsal kimliği gereği kabahatli olarak niteleniyor. Patriyarkanın dayattığı yaşam biçimini sorgusuzca kabullenmesi ve ahlakın tesisi için belirlenmiş olana mutlak bir biçimde boyun eğmesi bekleniyor. Diğer yandan Reyhan’ın filmde de bir öz eleştiri olarak ifade ettiği üzere aleyhlerine gelişen bu toplumsal yapıyı değiştirme kudreti bulamadıkları için de kadınların kendilerini kabahatli görme durumu söz konusu oluyor.
Bana kalırsa Kabahat filmi kendisini bu özeleştiri üzerinden konumluyor. Çünkü ben, kadınları sorunlardan muzdarip, talihsiz varlıklar gibi görmenin doğru olacağını düşünmüyorum. Verili durumun getirdiği sorunlar, sizin niteliğinize, onlarla mücadele etme arzunuza, yaklaşımlarınıza da bağlıdır. Ben eminim ki kadınlar, sorunlarını çözecek gücü kendilerinde bulacaklardır.
Film boyunca köy evindeki su kesintisi ve Reyhan’ın bu yüzden banyo yapamaması sembolik bir anlam da taşıyor. Banyo yapamadığı için kirlendiğini düşünen Reyhan’ın bu durumunu, taşranın insanı boğan ve kendi içine çeken çoraklığıyla da bağdaştırabiliriz. Sosyolojik açıdan incelediğimizde sizin için köy yaşamı neyi ifade ediyor?
Dışarıdan biri köye gittiğinde temiz bir hava, doğa ile iç içe yavaş bir yaşam ritmi, doğal gıdalara erişme imkânı gibi şehirde yoksunluğunu duyduğu cezbedici pek çok şeyle karşılaşır. Fakat bir süre sonra kır yaşamının akli ya da keyfi olandan çok “gerekli” olan üzerine kurulu olduğunu, tarihsel deneyimle belirlenmiş, değişmeye dirençli, katı kurallara dayandığını fark eder. Köy yaşamının kuralları, şehirli yaşamdan getirilen bireysel tutuma, yenilik arzusuna kolayca rıza göstermesi pek mümkün olmaz. Herkesin birbirini gözetlediği, her türlü ilişkinin gereklilik üzerine kurulu olduğu, hayatın tekdüze aktığı bu yerler gençlerin ihtiyaçlarına oldukça uzak, uzun vadede zevk alamadıkları, mutlu olmadıkları yerler. Benim de çocukluğumda ve ergenlik dönemimde yaşamak istemediğim bir yerdi. Bu durum Reyhan için de kaçınılmaz olarak kesinlikle öyle.
Toplumsal ahlaki değerlerin (!) genç yaştaki kızlar üzerindeki baskısı, normal bir davranışta dahi adeta bir karabasan misali karakterlerin üzerine çöküyor. Reyhan’ın babaannesinin evinde dahi şort giyememesi, banyo yapmak için dayısının evine gidememesi ve doğruları açıkça söylediği için edepsizlikle suçlanması bunlardan bazıları. Kız çocuklarının toplumsal düzen içindeki ataerkil koşullar içinde var olma çabasını geçmişle değerlendirdiğimizde hangi çıkarımlarda bulunursunuz? Toplum olarak ilerlememiz gereken daha çok yol var mı?
Kadınların yaşadığı sorunların çözebilmesi bakımından dünyada olduğu kadar ülkemizde de kat edilecek epey bir yol olduğunu düşünüyorum. Erken evliliklerin önlenmesi, kız çocuklarının okullaşması konusunda bir ilerleme var. Örneğin 90’larda köyde üniversitede okuyan tek kız bendim. Şimdi ise aileler kız çocuklarını okutmaya, meslek sahibi yapmaya çalışıyor. Bizim köyden pek çok kadın üniversitede okuyor. Filmde Reyhan, babaannesine “yeter” diyebiliyor. Kadının farkındalığı artarken ve lehine yaşanan bu gelişmelerle kadınlar üzerindeki geleneksel baskı nispeten azalma eğilimi gösterirken, bu kez de bu değişime hiç hazır olmayan erkek şiddeti en kaba haliyle kadınların üzerine çöküyor. Kent ve kır bağlamında farklı özellikler taşısa da kadın sorunu köklü, karmaşık, çözümü en zor, bütünüyle bir toplumsal dönüşüme muhtaç ve oldukça da yakıcı bir sorun olma özelliğini koruyor. Umut verici tek şey ise kadınların farkındalıkları ve ortaya koymaya başladıkları güçlü irade.
Yönetmenler açısından küçük yaştaki çocuklarla çalışmak çoğu zaman kolay olmaz. Reyhan karakterine hayat veren başrolünüz Mina Demirtaş ile nasıl çalıştınız? Karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Mina gerçekten son derece disiplinli ve çalışkan bir oyuncu. Senaryoyu ilk gönderdiğimde karakter üzerinde konuştuk. Karakteri anladı ve kendi yaşamından izler, benzerlikler buldu. Oyuncu koçumuz aynı zamanda filmimizin de oyuncularından Eray Yasin Işık ile set öncesi kısa bir süre çalışma olanağı buldu. Set sürecinde de hep karakteri anlamaya çalıştı. Açıkçası çok özel yeteneğe sahip bir oyuncu. Ece de yeteneğiyle ve pozitif enerjisiyle Mina’yla çok uyumlu çalıştı, Şükran rolüne de çok iyi adapte oldu. Çocuk oyuncumuz Kayra ise çok hevesli ve çalışkandı, sete sadece kendi repliklerini değil tüm replikleri ezberleyerek gelmişti. Kayra da Mehmet’ten beklediğimiz saflığı, o masumiyeti çok iyi ortaya koydu. Her biri yaşlarından beklenmeyecek düzeyde bir sorumluluk duygusuyla çalıştı. Bu genç arkadaşlarla tanıştığım için çok mutluyum ve oyunculukları konusunda da kendimi çok şanslı hissediyorum. Role yaklaşımları, anlama ve benimseme konusundaki tutum ve becerileri işimizi çok kolaylaştırdı.
Filmde profesyonel oyuncular kadar akrabalarınız ve köy sakinlerinin de yer aldığı geniş bir amatör oyuncu topluluğuyla çektiniz. Oyuncu yönetimi konusunda bu durumun sizi zorladığı noktalar oldu mu yoksa tam tersi şekilde avantaj mı sağladı?
Berivan Edebali, Işıl Acaray ve Eray Yasin Işık deneyimli oyuncularımızdı. Diğer rol arkadaşlarıyla çok iyi bir sentez oluşturdular. Akrabalarım ve köy sakinleriyle set öncesi rol alacakları sahnelere ilişkin konuştuk. Uzun uzadıya çalışmamıza hiç gerek kalmadı. Zaten istediğimiz şey kendilerini oynamalarıydı, replikler ağızlarına yabancı değildi, gayet rahattılar ve verimli bir çalışma süreci geçirdik. Kameraya olan yabancılıklarını yine Eray’ın yardımıyla kısa sürede aştık. Amatör oyuncularla çalışmak kısıtlı bütçenin dayattığı bir zorunluluk değil, benim tercihimdi. Hala aynı noktadayım. Benim için elzem olan senaryonun gerekliliği ve karakterlerin uygunluğu. Bunu amatör sayılan, daha az deneyimli, yetenekli oyuncular bularak başarmak çok mümkün. Tekrar film çeksem yine sanırım böyle bir oyuncu ve teknik ekiple çalışırım.
Kabahat, senaryosunu yazıp çekmiş olduğunuz ilk kurmaca. Bu ilk filminizde “Şu noktayı daha iyi yapabilirdim” dediğiniz yerler oldu mu? Bu film size ne gibi tecrübeler kazandırdı?
Her roman daha iyi yazılabilir, her resim daha iyi çizilebilir, Kabahat de daha iyi çekilebilirdi. Bunun sonu da yok. Tabii buradaki “iyi” kavramı da mutlak değil ve tamamıyla da göreceli. Kabahat’in prodüksiyon ve post prodüksiyon sürecinde pek çok şeyi el yordamıyla, diğer işlerden edindiğim deneyimle, zihnimde oluşan sanatsal tasarımla ve de doğal olarak taşıdığım öngörüler üzerinden yapmaya çalıştım. Fakat titizlikle çalıştığımı ve neyi nasıl istediysem öyle yaptığımı biliyorum. Aynı zamanda bir sonraki projemi daha iyi yapabileceğimi de biliyorum. Çünkü her işi aynı zamanda bir öğrenme ve gelişim süreci olarak da görüyorum.
Belgesel ve kurmaca arasındaki farkı da Kabahat ile deneyimlemiş oldunuz. Geniş bir projeksiyonda değerlendirirseniz neler söylemek istersiniz?
Kabahat aslında tutarlılığı ve inandırıcılığı öncelemesi ile yarattığı karakterlerin etkileşimi üzerinden hikâyesinin şekillenme biçimiyle, belgesel tadı da bulunabilecek bir film. Bana kalırsa kurmaca ve belgesel arasındaki sınırlar giderek belirsiz hale geliyor. Belgesel gibi çekilmiş kurmaca filmler, kurmaca gibi çekilmiş belgesel filmlerin sayısı giderek çoğalıyor. Sanırım doğal olanın lezzetini her alanda arıyoruz. Bu bakımdan sanatsal mecrada sınırlar ve tanımlamalar hızla değişiyor. Bundan da kendi adıma çok mutluyum. Sanırım yönetmenlere böylelikle daha fazla alan açılıyor.
Filminiz dünya prömiyerini 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Filmin bundan sonra yurt içi ve dışındaki festival yolculuğu nasıl olacak?
Filmimizi daha yeni bitirdik ve ilk başvurduğumuz festivallerden biri de Adana Altın Koza Film Festivali olmuştu. Filmimizin kendi ülkesinde ilk gösteriminin yapılmasından da çok mutlu oldum. Festival başvurularına devam ediyoruz. Kabahat’in nasıl bir festival serüveni olacak açıkçası ben de merak ediyorum.
İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız kurmaca veya belgesel türünde yeni projeler varsa ufak tüyolar paylaşabilir misiniz?
Üzerinde çalıştığım bir uzun metraj kurmaca film projesi var. Daha senaryo aşamasında. Bakalım zaman ne gösterecek.