23.05.2016
Phantom: Bilindik Sovyet-Amerikan Gerilimi
S.S.C.B’nin çözülmesiyle birlikte Soğuk Savaş dönemi bitmiş gibi görünse de Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki gerilimin günümüzde de sürdüğü rahatça görüebilir. Amerikan sinemasının Sovyetler Birliği ve komünist rejimle uğraştığı filmler olarak Rocky, Rambo, James Bond serileri gibi herkesin izlediği popüler örnekler aklımıza hemen gelebilir. Bu filmlerde, Sovyet insanları karikatürize edilir, Amerikalılar dünyayı kurtarır ve savaştan galip ayrılıp, kahraman karakterler kameraya gülümserler. Genelde didaktik yapıya sahip filmler olup, karakterler karşılıklı olarak birbirlerine retorik özelliği fazla diyebileceğimiz replikler söylerler.
Phantom da yukarıda değinilen şekilde Sovyetler’e bakış geliştiren Amerikan yapımı bir film olarak beliriyor. Film, 1968 yılında yaşanan gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Nükleer denizaltına geçiş yapmak isteyen Sovyet devleti, tecrübeli ve hatta emekliliği gelmiş kaptan Demi’yi son kez görevlendiriyor. Kaptan Demi’nin görevi gerçekleştireceği denizaltı dizel olup, kaptan olduğunda sefere çıktığı ilk denizaltı olarak da filmde ifade ediliyor. Sefere eşlik eden KGB’nin içinde en acımasız grup olarak nitelendirilen OSNAZ ajanlarının olması denizaltını düşünülenden daha tehlikeli bir noktaya getiriyor ve hatta denizaltı olası bir Dünya Savaşı’na neden olacak bir araç haline bürünüyor.
Phantom filmini, hem kendi yarattığı atmosferin getirdiği sınırlar nedeniyle hem de yukarıda bahsedilen temsil ettiği geleneğin yapısı sonucu klişelere hapsolmuş bir Amerikan yapımı olarak ifade edebiliriz. Kaptan Demi’nin ailesine veda ederken perdeye yansıyan karakterlerin tavırları ve izleyenlere hissetirilmeye çalışılan “ bir sorun “ var algısı, bir başka denizaltının yaptığı kaza sonrası listelerde ölü olarak belirtilen kişinin daha sonra OSNAZ ajanı çıkması, nükleer füzeyi etkisiz hale getirmeye çalışan iki kişiden birinde klostrofobi olması, diğer karakterin yeni evlenmiş mürettebat olması ve tam da görevin en kritik anında evlilik yüzüğünü düşürmesi ile final sahnesi bugüne kadar izlediğimiz hemen hemen tüm bu altyapılı Amerikan filmlerinde gördüğümüz gerilimi ve dramayı arttırmak için uygulanan klişelerden bazıları olarak söylenebilir.
Politik söylem olarak filmde, Amerikalıların bireysel kişiliklere sahip insanlar olduğu özellikle vurgulanırken, Komünist Parti üyesi Kozlov karakterinin geçirdiği değişimle de bürokrasi üzerinden Sovyet eleştirisi yapılıyor. Kaptan Demi’nin Amerika’ya gittiğinde edindiği tecrübeleri denizaltında bulunanlarla paylaştığı sahne ve kötü karakter olarak filmde yansıtılan Bruni karakteriyle girdiği karşılıklı diyaloglar, filmin söylemek istediği politik ifadeyi en iyi şekilde izleyenlere gösteriyor. Amerikalıların kendini savunmak için savaş teknolojilerini geliştirdiği, Sovyetler’in ise dünyaya hakim olmak için çabaladığı ifade ediliyor.
Filme dair söyleyebileceğimiz tek kayda değer yan olarak oyuncuların iyi performansları vurgulanabilir. Birçoğunu Amerikan dizilerinde sıkça gördüğümüz oyuncuları kamera, filmin tek mekanda geçmesi sebebiyle de, yakından takip ediyor. 1968 yılının atmosferi de ışıkla birlikte iyi yakalanıyor.
Özetleyecek olursak; Phantom filmini klişeler etrafında boğulan, Amerikanın günümüzde de uyguladığı “kendimi savunmak için savaşıyorum veya savaşanlara destek veriyorum” politik vurgusunu Sovyetler üzerinden yeniden aklamaya çalışan sığ bir yapım olarak ifade edebiliriz.