31.05.2017

Plemya: Sessizliğin İçinde Doğmayan Umut

Bahçede tören yapan bir okulu, camın arkasından izleyerek başlıyoruz filme. Fakat bu törende ne yüksek sesle söylenen marşın sesini ne de öğrencilerin uğultusunu duyuyoruz. Sadece bir öğrencinin elinde salladığı zilin sesi geliyor. Bu ses, film boyunca duyacağımız nadir seslerden biri, hatta duymaya tahammül edeceğimiz tek ses oluyor. Çünkü duyacağımız diğer sesler keşke duymasaydım diyeceğimiz türden. Filmde herkesin işitme engelli olduğunu ve işaret dili ile anlaştığını anlıyoruz. Filmdeki bu sessizlik, seyrin ilk zamanlarında çok rahatsız edici oluyor. Neden işaret dilini bilmiyorum ki ya da altyazı neden yok gibi sorularla kıvranıyorsunuz. Bir süre sonra ise bu sorulardan, yaşadığınız rahatsızlıktan hiçbir eser kalmıyor. Geriye yüz otuz dakikalık sıkıcı biçimsel deneme değil ustalıkla çevrilmiş bir eseri izlemenin keyfi kalıyor.

Yönetmen Miroslav Slaboshpitsky kısa filmlerinin ardından çektiği ilk uzun metrajlı filminin arka fonuna tüm çıplaklığı ile göreceğimiz ülkesi Ukrayna’yı koyuyor. Ukrayna’nın binalarının yıpranmışlığı ve çürümüşlüğü sistemin durumuna resmen ayna tutuyor. Tıpkı duvardaki boyalar gibi lime lime dökülen eğitim sistemi ya da bozulmuş, hiçbir işe yaramayan makineler gibi bir güvenlik sistemi işliyor ülkede. Ve tüm bunlara tıpkı filmdeki karakterlerin sessizliği gibi sessiz kalan bir alışılmışlık eşlik ediyor.

Film boyunca Ukrayna’daki çürümüş sistemi anlatmak için kullanılan okul, bu kadarı da olamaz denilecek yaşantılara ev sahipliği yapıyor. Bu okulda çeteler, şiddet, hırsızlık, fuhuş, haraç alma hatta kadın ticareti bile yapılıyor. En dayanılmaz yanı ise tahmin edileceği gibi bu sayılanlara okul idaresi ve öğretmenlerin ses çıkarmaması ya da birebir destek olması. En küçük sakininden en büyüğüne kadar okuldaki herkes bu düzeni benimsemiş görünüyor. Kimse halinden şikayetçi değil. Hatta okula yeni gelen karakterimiz, sanki yıllardır bu okulda okuyormuş gibi anında ayak uyduruyor düzene. Bu da ülkenin tüm kurumlarının aynı işleyişte olduğunu ispatlar nitelikte. Bu bozuk çarka itiraz edecek kimse çıkmıyor ortaya. Hatta okul sakinlerini, topluca izlediğimiz bazı sahnelerde söylenileni koşulsuz yapan zombilere bile benzetebiliriz.

Var olan durumu herkes kabullenmiş. Kazandığı tüm parayı son kuruşuna kadar alan üst sınıftaki ağabeylere de geceleri erkeklere kendilerini pazarlayan sınıf arkadaşlarına da en küçük hatasında kapı dışarı eden çete elemanlarına da alışılmış. Eğitim dışında her şeyin yapıldığı bu kurumda devam eden sistematik bir işleyiş var.

Bu kadar olumsuzluğun arasında okula yeni gelen elemanın ilk geldiği zaman onun bir kurtarıcı olduğunu düşünüyoruz. Filmi genelde bu karakter üzerinden izliyoruz. Ama film onu hiçbir zaman özdeşlik kuracağımız biri olarak göstermiyor. Hatta bu ismini bile bilmediğimiz anti kahramanımız filmin sonunda asıl şiddetin nasıl olacağının dersini veriyor bize.

Seyrine doyum olmayan kamera kullanımı, oldukça uzun sahneleri, kuzey ülkelerinin soğuk ve rutin hayatına denk düşen mavi ağırlıklı ortamları ve tahmin bile edemeyeceğimiz kadar yüksek dozda şiddet sahneleri ile izlemesi yer yer zor bir film Plemya. Ayrıca film, bu çürümüş sistemde izleyenlerine boş umutlar vaadetmiyor, her şeye fazlasıyla gerçekçi yaklaşıyor ve bu gerçekçi duruş bizi daha da büyülüyor.