23.09.2020

Radyoaktif: Erkek Egemenliğinden Sıyrılış

Yazarın Film Puanı: 10/7

Marie Skolodowska ya da bilinen adı ile Marie Curie. Belki de bilim dünyasındaki erkek egemen yapıyı kıran en güçlü isimlerden biri. Babasının sayesinde bilime duyduğu ilgi onun ilerleyen yaşamı açısından bir dönüm noktası oldu. 1893’te fizik bölümünü, 1894’te de matematik bölümünü birincilikle bitiren Curie, 1896 yılında uranyum elementinin kendiliğinden ışın yaydığını, yani radyoaktif olduğunu keşfeden Fransız fizikçi Henri Becquerel’i duydu ve uranyum konusunda doktora yapmaya karar verdi. Marie, uranyum mineralinin içinde, uranyumdan daha radyoaktif olan başka bir element daha olmalıydı diye düşünüyordu. Araştırmaları esnasında uranyumdan daha radyoaktif olan iki element keşfetti ve birine doğduğu ülkenin adını verdi; Polonyum. Ve daha sonra yaşamını yitirmesine neden olacak olan Radyum… Bu element sayesinde geliştirilen radyoterapi ile kanser hastaları günümüzde tedavi ediliyor.

Marie Curie, 1903 yılında doktorasını alarak Fransa’da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl Marie doktora hocası olan Antoine Henri Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü’nü alarak tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu. İlk Nobel ödülünü aldığı törende maalesef Marie Curie’nin konuşmasına izin verilmedi, konuşmayı eşi olan Pierre Curie yaptı. Keşfettikleri elementlerin tüm insanlığın yararına kullanılması gerektiğini düşünen Marie ve Pierre bu nedenle patent almadı ve kâr amacı gütmeden bilimsel çalışmalarına devam etti. O sıralar Marie ve Pierre, radyasyondan kaynaklanan rahatsızlıklar geçirmeye başladı. Marie, bilim dünyasında bile hâkim olan cinsiyetçiliğe ve gericiliğe karşı mücadele ederken, 1911 yılında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Böylece tarihte iki Nobel Ödülü’ne sahip ilk insan oldu.

1934’te Curie laboratuvarlardaki çalışmaları sırasında radyoaktif ışınların bedenini etkilemesi ve yavaş yavaş işgal etmesi nedeniyle kanser olarak Fransa’nın Savoy kentindeki Sancellemoz Sanatoryumu’nda, bilim uğruna yaşama veda etti. İşte Curie’nin başarı, mücadele ve gururla dolu yaşam hikâyesi kısaca böyle. Kendisini daha yakından tanıma fırsatını ise vizyonda kendine yer bulan ve yönetmenliğini Marjane Satrapi’nin yaptığı Radioactive (Radyoaktif) filmi ile bulduk. Başrolünde başarılı oyuncu Rosamund Pike’ın yer aldığı film, dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl 44. Toronto Film Festivali’nde yapmıştı. Görüşlerimizi belirtmeden önce gelin öncelikle filmin konusuna göz atalım.

Nobel Ödülü’ne uzanan ilk kadın ve iki dalda birden Nobel Ödülü’ne layık görülen tek bilim insanı olan Marie Curie’ye hayat verdiği film, 20. yüzyılın en önemli keşiflerinden birine imza atan Marie Curie’nin hayatını mercek altına alıyor. Film, Curie’nin bilim adına yaptıkları çalışmalarda da partneri olan eşi Pierre Curie başta olmak üzere dönemin bilim camiasında hak ettiği yeri almak için verdiği mücadeleyi gözler önüne seriyor. Biyografik türdeki Radioactive, tutkulu ilişkileri, çığır açan buluşları ve bu buluşların onu ve dünyayı bekleyen sonuçlarıyla birlikte, Curie’nin izleri asla silinmeyecek hikâyesine doğru çıkılan bir yolculuk imkanı sunuyor. Marie Curie’nin kendisi gibi bilim insanı olan Pierre Curie ile tanışıp evlenmesinden sonra birlikte radyoaktiviteyi keşfeden çift, bilimi yepyeni bir yola sokar. Curie’lerin dünyayı değiştiren dehaları ve kazandıkları Nobel Ödülü, özverili çifti uluslararası çapta ilgi odağı yapar. Oscar adayı yönetmen Marjane Satrapi ve yine Oscar adayı oyuncu Rosamund Pike, Curie’nin çalışmalarının, dönüştürücü etkileri ve tehlikeli yan ürünleriyle 20. yüzyıla ve hayatlarımıza nasıl şekil verdiğini cesur bir tasvirle anlatıyor.

Erkek Egemen Bilim Dünyasının Güçlü Kadını

Yaşamı boyunca güçlü kişiliği, erkek egemen bilim dünyasında pes etmeden yaptığı çalışmaları ile kendini kanıtlayan ve iki Nobel Ödülü’ne layık görülen Marie Curie’yi daha yakından tanımamıza olanak sağlayan film, objektif ve başarılı bir biyografi. Curie’nin hayatının 1893-1934 yılları arasındaki 41 yıllık periyodunu ele alan film, kendini kanıtlamaya çalışan ve bunu da korkusuz şekilde erkeklere kafa tutarak yapan Curie’nin mücadelesini etkileyici şekilde izliyoruz. Çalışmaları devam ettirmek adına fon arayan, daha büyük bir laboratuvar isteyen bilim insanının önüne koyduğu hedef uğruna verdiği mücadele, bilim sevgisi ve aşkının tam da bu şekilde olması gerektiğini her dakikasında açıkça ortaya koyuyor.

Parlak, Renkli ve Zehirli: Radyum Elementi

Film boyunca gördüğümüz ve yeşil parlak ışıltısıyla adeta hipnotize edici bir auraya sahip radyum elementi, hem dünyanın hem de Marie Curie’nin hayatının dönüm noktası oluyor. Bilim ve insanlık adına iyi niyetlerle yapılan bu çalışmaların ise suiistimal edilip kötü emeller için kullanılması insanoğlunun kötü emellerinin esiri oluyor.

Film boyunca radyum elementinin kullanıldığı alanların belirli periyotlarda sunulduğu kısımlar ise keşfin sonuçlarını ortaya koyma bakımından akıllıca düşünülmüş bölümlerdi. 1945 yılında Hiroşima’da yapılan tarihin en büyük insan katliamı ve 1986 yılındaki Çernobil Faciası’na yol açması Marie Curie’nin hiç tahmin etmediği sonuçlardan biriydi hiç kuşku yok ki. Bunun yanı sıra I. Dünya Savaşı’nda cephedeki yaralı askerlerin küçük bir kemik çatlağı, burkulması veya kırığına rağmen bilinçsizce bacak veya kollarının kesiminin önüne geçen röntgen yöntemi ile günümüzde dahi kanser tedavisinde yardımcı olan kemoterapi yönteminde kullanılması ise Curie’nin radyum araştırmalarının ise gerçek amacıydı kesin olarak.

Uzun Lafın Kısası

Bilim dünyasının en güçlü kadınlarından biri olan Marie Curie’nin hayatının büyük bir bölümüne bakma fırsatı sunan film, Curie’nin bilimsel çalışmalarının yanı sıra özel hayatına dair yaşadıklarına da azımsanmayacak bir süre ayırıyor. Eşiyle tanışma hikâyesi, mutlulukla ve zaman zaman tartışmalarla süren evlilikleri, eşinin trajik ölümü ve sonrasında kişisel hayatı film boyunca biraz daha geniş tutulmuş. Bu durum doğal olarak Curie’nin bilimsel çalışmalarının yüzeysel şekilde geçilmesine neden oluyor. Bu tercih seyirciyi sıkmamak adına doğru bir strateji gibi görünse de böylesine güçlü bir bilim insanının yaptığı çalışmalarının daha ayrıntılı anlatılması filmin asıl amacını daha iyi ortaya koyacaktı.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında bilim yapmaya çalışan bir kadının önüne çıkarılan türlü türlü engellerin ne derece gülünç olduğunu izlerken, bir yandan da bu zorluklar karşısında dimdik duran ve boyun eğmeyen bir kadını da gururla izliyoruz. Rosamund Pike’ın başarılı oyunculuğunun yanı sıra herkesin rahatça anlayabileceği sadelikte bir anlatım sunuyor film. Özellikle Curie’nin rüya gördüğü sahnenin kendisi ve renk paleti, filmde en çok akılda kalan kısımlardan biriydi. Gelmiş geçmiş en güçlü bilim insanlarından biri olan Marie Curie’nin hayatını merak edenlerin hiç kuşku duymadan izleyebileceği film, biyografi türünün başarılı bir örneği olarak seyircisini bekliyor.