28.12.2016

Raging Bull

 Daha önce  “En Sevdiğim Scorsese ” dosyasında kısaca kaleme aldığım Raging Bull, bu hafta Modern Klasikler bölümünün konuğu oluyor.

Martin Scorsese, sinemasının ilk döneminde, henüz 38 yaşındayken; Raging Bull’u çekerek sinema tarihine bir başyapıt kazandırmıştır. Boksör Jack la Motta’nın  öz yaşam öyküsü Raging Bull: My Story adlı kitabından uyarlanan Raging Bull, Motta’nın şampiyon bir boksörden, bar komedyenine dönüşen trajik hayat hikayesini anlatır. Scorsese için çevresinden, filmin çekimlerine başlamadan önce moralinin bozuk olduğu ve kötü günler geçirdiğine dair söylentiler duyulur. Motta’nın yaşadıklarıyla önce kendisi bir bağ kurar ve içinde yaşadığı ruh halini Motta üzerinden beyazperdeye aktarır. Bu güçlü etkenden dolayı da filmi izlerken Motta ile çok yoğun bir ilişki içerisine gireriz. Tabii; Motta karakterine hayat veren Robert De Niro’nun üst düzey performansının bu konuda bize fazlasıyla yardımcı olduğunu da belirtmeliyiz. Eşsiz oyunculuk kariyerinin, en iyi birkaç performansından birine imza atan Robert De Niro’ya bu rol aynı zamanda Oscar heykelciğini de kazandırmıştır.

Açılış Sahnesi 

Filmlerin açılış ve kapanış sekanslarının özel önemi vardır Kişisel olarak film izlemek nasıl bir hobim ise, filmlerin açılış veya kapanış sahnelerini ayrı bir heyecanla izlerim. Sabit kameranın çerçevelediği görüntüde tek başına ring üzerinde ısınan bir boksör görürüz. Arkada belli belirsiz izleyici ve/veya masa başı hakemleri, patlayan birkaç flash, ortama eşlik eden hafif bir müzik ve birden kendimizi filmin içinde buluruz. Film boyunca kurulan, yaratılan bütün atmosferin özetidir adeta bu sahne. Yüzünü görmediğimiz, yalnız adamın kendi iç dünyasında tek başına dans edişidir, perdede ortaya çıkan. Kullanılan dingin müziğin, boks diyince insanların aklına gelen duygu ile yarattığı zıtlığın akıllarda yarattığı karmaşa ile tereddütlü; ancak umutla kulaç atarız soluk renklerle betimlenen bu denizde. Motta’nın şampiyon olduktan sonraki düşüşe geçip, dibi görmesi; sonrasında hayata yeniden tutunma inadı ve bunu insanları güldürerek yapması, bizi en baştaki bu sahneye götürür. Bu sahne ortaya çıkan siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan öykünün en yalın ve bütün halini yansıtır.

Martin Scorsese’nin anlatımı, müzik kullanımı, kurgudaki başarılı işçilik, yaratılan atmosfer ve kameranın ustaca kullanımı ile birleşince ortaya muazzam bir sinema dili ve yapısı ortaya çıkıyor. Robert De Niro’nun derslik performansının altını bir kez daha çizdiğimizde, izleyicilerin Motta ile kurduğu bağ sayesinde de filmden bir an bile kopmuyoruz. Motta ile doğrudan empati kurmamızı sağlayan güçlü bir ilişkidir, bizlere aktarılan.

Yukarıda aktarmaya çalıştıklarım ışığında, sinema tarihinin yaşayan efsanelerinden Martin Scorsese’nin ilk dönem eserlerinden Raging Bull, bir sinema klasiği olarak hafızalarda ve raflarda yerini korumaya devam ediyor.