16.12.2016

Rogue One: İsyan Geçmişte Saklıdır

Ölüm Yıldızının Peşinde…

Star Wars serilerinin her sinemasever için ayrı bir yeri vardır. Kimisi hayatının filmi olarak değerlendirir. Kimisi ise sinema tarihinin önemli bir parçası olarak değerlendirir. Genel olarak bakıldığında bu deneyimi yaşamak bile sinemanın nimetlerinden biridir. Tabii başlarda bu olay daha çok eğlencelik bir seyir keyfiyken, günümüzde filmlerin çoğalmasıyla beraber farklı polemikler baş göstermeye başladı. Başlarda bu durum ilk üçleme mi daha iyi, yoksa ikinci üçleme basitliğinde ilerlerken, günümüzde filmleri tek tek değerlendirmeye başladık.

Walt Disney’in Lucas Film’i satın almasından sonra bu tartışmalar daha da alevlendi. Öncelikle yeni bir üçleme başlatılırken, zamana mani olamayan yapımcılar doğal olarak kadroyu ve karakterleri günümüze entegre etmek için değişikliklere gittiler. Tabii serinin hayranları bu değişikliklere pek sıcak bakamadılar. Çünkü ilk serilerin şekil olarak değiştirilmiş ama eski serilerden prim yapmaya çalışan yeni bir film serisine dönüştüğünü fark ettiler. Hatta neredeyse ilk üçlemenin ilk filminin bir tekrarı ortaya çıkarken, koca Star Wars kullan at gibi duran iyi paketlenmiş ama ruhu olmayan bir işe dönüşmüştü.

Hatta Walt Disney daha da ileriye giderek Star Wars evrenini tüm detaylarıyla işlemek istediklerinden dolayı, karakter filmlerini ve serinin boşlukta kısımlarını anlatacak olan filmler tasarlandığını hayranlara duyurdular. Bu durum olumlu mu, yoksa olumsuz mu yansıyacak diye düşünülürken bu furyanın ilk meyvesi Rogue One sinemalarda boy göstermeye başladı. Buna göre Force Awakens sonrası ilk serinin öncesine değinen Rogue One bizlere neler sunabildi, buna bir göz atalım.

Geçmişin Gölgesi, Gözleri Kör Ediyor

Rogue One, bir isyanın fitilinin ateşlenmesine odaklanırken uluslararası bir kadroyla kağıt üstünde iyi duran bir filmdi. İsyan teması çoğu zaman sinemada olumlu reaksiyon alan bir konu olduğundan, her şeyin başlangıcına odaklanması ve en başarılı seri olarak görünen ilk üçlemenin nasıl insana işlediğinin bir resmini çizecekti. Nitekim bir yere kadar film bunu başarıyor. Örgütlenmek yerine, plansız programsız umut üzerine bir grubun heyecanıyla patlak veren olayları izliyoruz. Ancak bu olaylardaki mizansenler, bu kadar yüksek bir bütçeli bir prodüksiyonlu bir filme göre son derece sığ ve yapay planlanmış gözüküyor. Karakterlerden biri aklıma zekice bir plan geldiğini iddia ediyor ve sonrasında neredeyse filmi izleyen herkesin aklına gelebilecek bir aksiyonu gerçekleştiriyorlar.

Olay örgüsündeki tonla klişe ve tahmin edilebilirlik, filmin tamamına yayılarak izleyicilere yeni bir şey sunulmuyor. Tıpkı finaldeki nostalji tonunu fazlaca yükselten sahne gibi. Hikâyenin o noktaya varacağını herkes biliyor. Ancak o sahneyi gördüklerinde çocukluğundan kalma bir parçayı bulduklarını düşünerek duygusal tepkilerin kaçınılmaz olması sağlanıyor.

Filmin geçmişe öykünen sahnelerindeki görsel efektlerin ise son derece günümüzde üst noktalara ulaştığını görüyoruz. Yaşayan oyuncuların gençliğine, ölmüş oyuncuların ise dirilişlerine tanıklık ederken, CGI’yın üst seviye kullanımı dolayısıyla filmin artı hanesine bir not ekleniyor. Zaten filmin teknik anlamda bir eksiği söz konusu bile olamaz. Tam tersine teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanarak prodüksiyon tasarımı anlamında film kusursuz bir seyir vaat ediyor.

Ancak bu durumu hikâye anlamında olumlu anlamda yansıtmayı beceremediklerini söylemekte yarar var. Serinin dördüncü ve altıncı filminin bir karışımı olarak nitelendirebileceğimiz Rogue One, izleyicisine yeni bir iyi paketlenmiş ama aslında içi boş bir aksiyon filmi armağan ediyor. Eski serilerin ruhunu yakalamaktan yoksun olan yapım, son iki filmdir dezavantajlarını avantaja döndürmek için uygulanan duygusal referanslara bel bağlıyor.

Hollywood Altın Yumurtlayan Kazından Vazgeçmiyor

Hatırlarsanız eski filmlerde duygusal faktörler çok az kullanıyordu. Amaç hikâye anlatmaktı. Force Awakens ve Rogue One’da ise bu durum duygusal anlardan medet ummaya dönüştürülüyor. Bu duygusallığın temel sebebi olarak ise filmleri yönetmek üzere görevlendirilen yönetmenlerin çocukluk hayallerindeki filme kavuşmaları sonucundaki duygusallıklarından kaynaklandığını düşünebiliriz. Sonuçta en sevdiğiniz filmi al sen bir daha çek denildiğinde, bu yönetmenlerin de eski filmleri referans alarak tekrara gitmeleri kaçınılmaz oluyor. Doğal olarak da taklidin gerçeğini yaşatması, yapay görünmesine sebep oluyor. Böylece eski ruhu yakalayamayan Rogue One, sadece taklit etmeyi başarıyor.

Tabii bir de Darth Vader faktörü filmdeki her şeyi etkiliyor. Filmde yer aldığı kısa süresine rağmen filmdeki tüm enerjiyi ortaya çıkartarak ve gayet sinemanın unutulmazları arasına girebilecek bir sahnenin başarılı bir şekilde kotarılması sonucunda, Vader filmin kalbi konumuna geliyor. Bu filmden Darth Vader’ı çıkarttığımızda, filmin değeri yüzde elli değerinde güç kaybediyor. Bunun sonucunda da, Rogue One’a aslında eski serinin güç verdiğini ve kendi başına ayakta duramadığını anlamamız zor olmuyor.

Popüler Film Serisi “Güç” Kaybetmeye Devam Ediyor

Filmin müziklerinin klasik Star Wars müziklerinin birkaç notasının farklı kullanılması sonucunda yeni bir iş gibi gösterilmeye çalışılması da eski müziğin üzerinden prim yapılmaya çalışıldığı gerçeğini değiştiremiyor. Mads Mikkelsen gibi usta bir oyuncu yine bir Hollywood filminde harcanıyor ve önemsizleştiriliyor. Böyle bir oyuncunun yeteneklerinden faydalanmamak açıkçası sadece talihsizlik olarak nitelendirilebilir. Filmin performanslarına baktığımızda Diego Luna’nın kimyası filmle uyuşmazken, Donnie Yen hala İp-Man serisinden çıkamıyor. Zaten seriye bir de uzakdoğu dövüş sporlarını katarak yenilik getirmeye uğraşan film, tam bir kültür şoku yaşıyor. Bu dövüş sahneleri filme tutmayan aşı gibi bir etki yaratıyor.

K-2SO adındaki robot karakter bile C-3PO’nun bir taklidi olduğundan filmin inandırıcılık anlamında sorunlar yaşamasına neden oluyor. Yeni robot karakter filmdeki mizah unsuru olarak dahil edilmiş. Filmin belki de en önemli oyuncusu Ben Mendelsohn olarak özetlenebilir. Gerçekten de seriye uyan ve kendince orijinal bir oyunculuk sergileyen filmin yeniliği olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak Rogue One, eski serilerin nostaljik duygusal etkisinden yararlanmaya çalışan ve aslında yeni bir şey anlatmayan bir film… Görsel anlamda iyi tasarlanmış ama içerik olarak yapay özellikleriyle sadece Star Wars hayranlarına hitap eden bir yapım olarak izleyicilere ulaştırılıyor. Seriden bağımsız bir film olarak değerlendirdiğimizde ve eski serinin nimetlerini filmden ayırdığımızda başarısız yeni bir filmden başka bir şey görmüyoruz. 130 küsür dakikalık bir filmde sadece finaldeki son 12 dakikalık bölüm iyiyse bu filmde bir sorun vardır demekte yarar var. İlk filmden bu yana eğlencelik bir seri olarak tasarlanan bu serinin yeni filmleriyle birlikte kendini fazlasıyla ciddiye almaya başlaması sonucunda, o aşık olunan Star Wars kimliği zedeleniyor. Hatta gözleri kör ediyor. Gücün altı bu kadar boşaltılacaksa, bırakın artık güç bizimle olmasın…