27.05.2017

The Rover: Bağlılık ve Son Görev

David Michôd’un Animal Kingdom filminden sonra çektiği ve 67. Cannes Film Festivali’nde Yarışma Dışı Bölümü’nde gösterilen yeni filmi The Rover, Türkiye’de gösterime giriyor. Distopik bir dünya kuran film, Eric’in arabasının madenlerde askerlerle çatışıp, onlardan kaçmaya çalışan üç kişi tarafından çalınması sonucu, Eric’in onların peşine düşmesini konu ediniyor. Bu takibi sırasında Eric’e Rey de eşlik ediyor. Aynı zamanda Rey, arabadaki üç kişiden biri olan Henry’nin de kardeşidir.

Filmi izlerken insanların bu duruma nasıl düştüğü pek bilinmiyor. Ekonomik krizin yol açtığı sorunlar nedeniyle, artık kanunların işlemez duruma geldiği Avustralya’da insanlar bir tür yaşam savaşı veriyor. İnsanların suratlarından mutsuzluk ve bitkinlik halleri okunuyor ve böyle bir durumda ellerinde kalanları korumaya çalışıyorlar. Eric’in ise elinde kalan tek varlığı arabasıdır. Film boyunca izleyenler, Eric arabasının peşindeyken gelişen olayları takip ediyor ve filmin sonunda Eric’in neden arabayı gözünü karartmış bir hırsla takip ettiğinin de yanıtını alıyor. Guy Pearce’in canlandırdığı Eric karakteri fazla konuşmayan ve sert görünümlü biridir. Robert Pattinson’ın canlandırdığı Rey karakteri ise hayat tecrübesi az, ürkek ve kimi noktalarda daha konuşkan biri olarak ortaya çıkıyor. Zıt uçlarda yer alan bu iki karakter filmin akışı içinde birbirlerine yakınlaşıyorlar. Rey olgunlaşıyor, Eric ise duygusallaşıyor, hırsını ve öfkesini kontrol ederek Rey’le iletişim kuruyor. Hatta bir ikili haline geliyorlar.

Robert Pattinson, David Cronenberg’in Cosmopolis filminde olduğu gibi bu filmde de ona biçilen klasik rollerin dışına çıkarak başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Samimi ve doğal oyunculuğu sayesinde de izleyenler Rey karakteriyle bağ kurabiliyor. Guy Pearce ise Eric karakterini tekdüze ve donuk bir ifade ile oynuyor. Film, karakterin geçmişte yaşadıklarına değinmediğinden Eric’in duygularının derinliklerine film boyunca inemiyoruz. Neden arabasının Eric için bu kadar önemli olduğu sorusu da doğal olarak filmin sonuna saklanıyor. Hırs ve tutku sorumluluk duygusu etrafında birleşiyor ve Guy Pearce’ın canlandırdığı Eric karakteri son görevini yerine getiriyor. Ancak karakterle sağlam bir ilişki geliştiremediğimiz için filmin sonunda zirve yapan bu duygusal durum bizi çok etkilemezken, basit bir ritüelden öteye de geçemiyor.

Kamera genelde oyuncuları yakından takip ediyor ve böylelikle kirlilik içinde yaşadıkları dünyaya daha yakından tanık oluyoruz. Yaratılan başarılı ortam ile izleyenler filmde kurulan dünyanın içine girip, o dünyayı dikkatli bir şekilde takip edebiliyor. Bu durum filmin büyük bir bölümünde gerilmemize neden oluyor. Beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan kimi durumlar da filmin izleyenlere küçük sürprizleri oluyor ve bu durum izleyenleri film boyunca uyanık tutarken gerilim atmosferinin korunmasını sağlıyor.

The Rover filmini, ayrıntılı bir şekilde irdelemese de insanın hırs, tutku, sorumluluk duygusu ve sahip çıkma gibi özelliklerine değinen, yarattığı gerilim dolu atmosferini merak eden ve kurulan bu karamsar dünyanın içine girmeyi seven insanların izlemekten keyif alacağı bir film olarak ifade edebiliriz.