04.06.2016

Ruhu Ölmüş Bir “Macbeth” Yorumu

William Shakespeare’in 15.yy ‘da yazdığı ve günümüz dünyasını ve insanını birebir okuduğu Macbeth trajedyası ünlü yönetmen Justin Kurzel’in özgün olmayan yorumuyla yeniden karşımızda… “Snowtown” filmiyle tanıdığımız Justin Kurzel, iddialı bir işe soyunmuş. Kuşkusuz, bu senenin en çok beklenen ve merak edilen filmi olan Macbeth, sinema tarihinde de sıkça işlenen bir karakter. 1916 gibi sinema için çok erken bir tarihte John Emerson tarafından beyaz perdeye uyarlanan Macbeth‘in kuşkusuz en akılda kalan yorumu ise 1948 yılında Orson Welles’in hem yönettiği hem de Roddy McDowall , Jeanette Nolan ve Dan O’Herlihy ile birlikte oynadığı daha çok hikâyeye odaklanan yorumu. Bunun dışında, Roman Polanski’nin 1971 yılı tarihli “The Tragedy Of Macbeth”in de ise daha post modern bir film karşılaşırız. Post modern bir gerçekçilik ile sıkı bir politik tavrı aynı potada eriten Polanski damağımızda ölümsüz bir Macbeth tadı bırakır.

Macbeth, çok kısa bir trajedi metni olmasına rağmen güç ilişkilerini, iktidar savaşını ve dünyadaki acımasız yaşam koşullarını çok iyi işler. İskoçya krallığnda geçen hikâyede Macbeth, İskoçya kralı 3. Duncan’ın ordusunda general olan iyi bir savaş insanıdır. Bir gece üç cadı, onu tahtı hak ettiği konusunda kandırdıktan sonra hem kralı hem de dostu olan Duncan’ı öldürecek ve tahta geçmenin yollarını arayacaktır. Kralın iki oğlu 3. Malcolm ve 3. Donald’ın da kaçmasından sonra ortalık tamamen Macbeth’e kalır ve tahta geçer. Sadece üç cadının kışkırtması değil, hırslı ve çıkarları için yapmayacağı şey olmayan Lady Macbeth‘in general Macbeth üzerindeki etkisi de kuşkusuz bu iktidar kavgasını sertleştirmektedir. Evet iktidar elde etmek güçtür, kanlıdır, ölümcül ve yıkıcıdır. Ama iktidarı elde etmekten zor olan tek şey, elde ettiğin iktidarı korumak ve her daim güçlendirmektir. İktidar zehirlenmesine uğrayan Kral Macbeth herkesi kendine tehdit olarak görmeye başlar ve üç cadısına sığınır, onların tehlikeli gördüğü her şey tehlikelidir artık. Hatta tehlikeli gördüğü sürgündeki Macduff’un yokluğundan yararlanarak tüm ailesini katleder. İngiltere’de Macduff ve Malcolm ise İskoçya’yı istila etmek ve yeniden iktidara gelmek için uğraşıyorlardır. Bu sırada Lady Macbeth de nedensiz bir şekilde ölür. Yaptığı bu kadar acımasızlık ve vesile olduğu cinayetler sonrasında intihar ettiği düşünülen Lady Macbeth sonrasında Kral Macbeth ise nihilizmin mahiyetini belirleyen replikler atarak acısını yaşar.

Hepimiz Rüyaların Yapıldığı Maddeden Yapıldık….

Macbeth’e göre de hayat dediğin yürüyen bir gölgedir artık. Ve üç cadının kehanetinde olduğu gibi Kral Macbeth’in de sonu gelmektedir. Bir doğrulmuş tarafından değil annesinden sökülüp alınan Malcolm tarafından kafası bedeninden ayrılacak olan Macbeth‘in ölümü ile kraliyet hak eden tarafa geçer. Rüyaların yapıldığı maddeden olan hepimiz gibi dünya sahnesinde oynadığı rol tamamlanan Kral Macbeth ise bize sadece sorular bırakır.

Macbeth

Bugünün Macbeth’i

Film teknik ve görsel olarak büyük bir başarıya imza atmış olsa da ruhunu kaybediyor. Hikâyenin biçimsel olarak işleniş tarzı teatral formata çekilse, yani bir sahne ve çerçeveleme yöntemine başvurulsaydı en azından biçimsel bütünlük sağlanırdı. Metne birebir sadık kalmak için belirli bir noktadan sonra Kurzel film yapmayı unutuyor. Tüm o can alıcı replikler, beyaz perdede savurganca uçuşuyor.

Sonuçta bu bir tiyatro metni ve yapılan iş sinema. Birebir tüm metni ortaya koyması gerekmez. Uyarlayarak, geliştirerek ve belki günümüze adapte ederek daha büyük bir etki yaratabilirdi. Macbeth hayatımızın içinde bir yere dokunmuyor, dokunamıyor. Çünkü didaktik kalıyor. Seyirciye “Alın size Shakespeare ders 1” gibi sıkıştırılmış bir paket olarak sunulan film, düş dünyamızı harekete geçiremiyor.

Biz, güç kirlenmesinin ne olduğu anlamlandırmadan imgeler enflasyonunda boğuşup duruyoruz. Çok güzel kartpostal estetiğinde olan kareler ise filmi kurtarmaya yetmiyor. Sarılar, kırmızlar, turuncular ve kızıllı renkler canımızı yakacağına görsel zevkimizi süslüyor. Kuşkusuz görüntü yönetmeni Adam Arkapaw‘ın dehası, filmi daha izlenebilir bir hale sokuyor; yoksa izleyici replikler dünyasında boğulup kalabilir. Kurzel oyuncu seçimi ve yönetimi konusunda da oldukça başarılı. Son yılların en iyi erkek oyuncularından Michael Fassbender ölümsüz bir Macbeth performasıyla filmin sinematografisini bir üst seviyeye çekmiş durumda. Efsanevi oyuncu Marion Cotillard ise Lady Macbeth rölünde yine enfes bir iş çıkarmış.

Bugünün dünyasını anlatmak konusunda oldukça yeteriz olan, zaman zaman müsamere etkisi yaratan filmde, en çok güçlü yan ise yüzyılları aşan sözcükler… Sözcükler, kader gibi önümüze seriliyor. Biz istediğimizi seçip heybemize atıyor ve yolumuza devam ediyoruz…

Kuşkusuz bu hafta vizyonun en güçlü filmi olan Macbeth‘e onca zaafına rağmen şans vermek gerekiyor.