28.11.2017
Safe (1995): Tüyler Ürperten Bir Başyapıt
“Safe”in açılış sahnesinde, bir arabanın büyük bir eve yaklaştığını görürüz. Demir parmaklıklı, alabildiğine korunaklı duran bu görkemli ev, filmin başkarakteri Carol ile eşine aittir. Ardından bu iki karakterin birlikteliğini simgeleyen bir seks sahnesi çıkagelir. Film ilerledikçe Carol’ın her şeyiyle tıkır tıkır işleyen yaşamını tanıtır bize Haynes. İyi bir eş, döneme uygun döşenmiş mükemmel bir ev, araba, konforlu ve “güvenli” bir yaşamın türlü çeşitli uğraşları… Adeta Amerikan Rüyası’nın bir örneğidir Carol’ın hayatı; “dış etkenler”in sinir bozan ayrıntılarının ayak basmadığı, “korunaklı”. Peki gerçekten öyle midir?
Todd Haynes filmin giriş bölümlerinde genelde kamerasını karakterlerine pek yaklaştırmaz, uzun planları kullanmayı tercih eder. Fakat hikâye yavaş yavaş çözüldükçe, kamera da karakterlere, özellikle Carol’a daha da yakınlaşır. Başlarda içine girilmesi zor görünen bir “kapalı kutu”yu andıran film, Carol’ın aniden her şeye alerjik reaksiyon göstermesiyle birlikte o “kutu”yu açmaya başlar. Ardı ardına gelen öksürük krizleri ve tıkanmalar yüzünden Carol doktorlar tarafından incelenmeye alınır. Carol’ın o demir parmaklıklarla örülü ‘güvenli’ dünyasına, tam olarak tanı koyamadığımız bir tehlike adım atmıştır. Karakterin obsesifliğe ulaşan hassasiyetleri, bu dünyayı tepetaklak eder. Filmin bu bölümünde, sadık ve sıradan ev kadınının tedirgin edici ve ‘kırılgan’ hallerini izleriz. Hikayeye tüyler ürpertici bir boyut katan ikinci kısımsa Carol’ın, kendi gibi insanlara ev sahipliği yapan bir klinikte tedavi gördüğü süreci kapsar.
Karantinaya alınmış bir koloniyi andıran bu mekan, Carol’ı iyileştirebilecek midir? Daha doğrusu, filmi izlerken seyircinin kendine sıkça sorduğu o soruyu soralım; Carol’ın alerjik tepkileri gerçek anlamda bir hastalığa işaret midir? Bu soruların tam olarak bir cevabının olmadığını ve Haynes’ın hikayeyi daha farklı bir yere vardırmak istediğini belirtmek gerek. Özellikle final sahnesinde Carol’ın aynaya bakarak kendi kendine “Seni seviyorum” dediği an, filmde ‘cevap’ arayan izleyicinin aklını başka sorularla meşgul ediyor…
90’ların hakkı pek teslim edilmemiş fakat en etkileyici filmlerinden biri olan “Safe”, her şeyden önce, modern korkularımızın ve dönemin getirdiği “paranoya”nın bir dışavurumu. Film, insanoğlunun ‘konfor’u yücelten bir çağ sonrası artan isteklerini, hırslarını, “sahip” olma adına kişiliğinden yaptığı fedakarlıkları, giderek kişiliğinden ödün verme, onu yok etme ya da “hissizleştirme” olarak yorumluyor. Carol’ın olağan sakinliğinde ilerleyen hayatında, çevresindeki neredeyse her ayrıntıyı bir “tehlike unsuru”na dönüştüren, kriz geçirten ve sonunda kliniğe ulaşmasına neden olan bastırılmış “reaksiyonları”, bu kaybolan kişiliğine tepki olarak doğuyor belki de. Fakat Carol “iyileşme” seansında “kendine doğru yaklaşmaya” başladığında seyirci olarak onun için artık geç olduğunu ve “benliğinde” kurtarılacak bir şeyin kalmadığını anlıyoruz. Yüzümüze bir tokat gibi inen final, Carol’ın “kayıplığına” bir belge oluyor adeta.
Todd Haynes’ın her karesini büyük bir titizlikle inşa ettiği “Safe”, böylece birçok korku filminden daha ürpertici bir hal alıyor. “Korku unsur”unun temellerini “içimize”, korunaklı alanlarımıza, evlerimize, oluşturduğumuz maskelerin altındakine dayandırıyor yönetmen. Filminin hiçbir karesinde “güvenli” bir alan, Carol’ın hikâyesini takip eden seyirciye de nefes alacağı “çıkış kapısı” bırakmıyor. Filmde ara ara görünüp kaybolan ve klinikte yaşayan o ürkütücü, tuhaf figür ise (afişte de kullanılmış) filmin hastalıklı atmosferine büyük katkı sağlıyor. Karakteri tüm benliğiyle sahiplenen Julianne Moore’un performansını ise insan üstü olarak tanımlayabiliriz.
Ali ÇALIŞKAN