29.05.2017

Senarist: Yakışıksız Bir Algı Yönetimi

Türkiye’deki anaakım sinema iyisiyle kötüsüyle üretmeye devam ediyor. Son dönemde tür filmleri bakımından da ilgi çekici işler öne çıkmaya başladı. Bu filmlerden biri de fragmanlarıyla ilgi çeken Senarist filmiydi. Fragmanı izlerken biraz tanıdık gelen imgeler, filmin içeriğinde de aynı etkiyi yaratacak mıydı, bunun cevaplarını bu yazıda arayacağız.

Öncelikle filmin konusunu kısaca özetlersek: Adem siyasi kitaplar yazan bir yazardır. Ancak son kitabı “Senarist”i hiçbir yayınevi basmamaktadır. Adem o andan itibaren hayatındaki bazı şeyleri kontrol eden siyah takımlı adamları fark eder. Bunun neticesinde de bilinmeyenleri fazla olduğu bir kovalamaca başlar.

Kağıt üstünde hikâye Türk sineması adına ilginç bir iş gibi gelebilir. Ancak görsellere bakıldığında filmin daha önce izlediğimiz filmlere benzediğini fark edeceksiniz. Filmi izlediğimizde görseller art arda dizildikçe aslında, neredeyse tüm filmin Hollywood filmi görsellerinden esinlenerek oluşturulduğunu anlıyoruz. Bu görsel öyle hazırlanmış ki, esinlenmeyi bırakın neredeyse aynı denecek benzerlikler içeriyor.

Örneklerle ifade edersek filmin içeriğinde sayısız filmden izler görebiliriz. En belirgin film, neredeyse aynı hikayeye sahip örnek olarak “The Adjustment Bureau” filmi örnek verilirken, referans olarak “Miller’s Crossing”, “Matrix” ve “Inception” gibi filmlerden çeşitli kadrajlar alınarak filme ilave edilmiş.

Görüntü yönetimi bu tip filmlerin kadrajlarını çıkardığınızda öğrenci filminden hallice bir hale bürünüyor. Zaten filmin jeneriğinden de çok az bir ekiple filmin kotarıldığı anlaşılıyor. Özellikle dublajlanan karakterlerin sesleri çok sırıtırken, diyaloglar daha çok slogan şeklinde yazıldığından; büyük söylevler karakterlerin ağzına oturmuyor. Oyuncu yönetiminin yerlerde dolaşmasını bir kenara bırakırsak, film bir an bile inandırıcı olamıyor. Zaten ortalama zeka seviyesine sahip herkes filmin amacının ne olduğunu anlayacaktır.

Film zorlama bir senaryoyla akıcılıktan uzak bir seyir izlediğinden, bir süre sonra konunun gereksiz olduğu kararına varıyor ve bir anda propaganda filmine dönüşüyor. Hikâyeyi kulaktan dolma şehir efsaneleriyle süsleyerek asıl amacının yakışıksız bir algı yönetimi olduğu gerçeği ve film boyunca aptal yerine konduğu hissi uyandırıyor.

Tanıtımlarda kullanılan “Türkiye’nin ilk gizem filmi” iddiası havada kalan bir ifade olarak akıllarda kalıyor. Belli ki Senarist aynı misyonu koşullanmış öncüllerinden farklı olarak, hikâyenin içinde propagandayı tercih ederek, geçmişteki örneklerine selam çakmayı tercih ediyor.

Sonuç olarak iddiasını dolduramayan ve içerik anlamında sinemaya pek de hizmet etmeyen bir iş olduğu söylenebilir. Sinemadan çok mesaj vermek istediğinden, zikrettiği her repliğinde sloganını atmayı ihmal etmeyen bir film Senarist… Film kısa süresine rağmen üç saatlik film izleme hissi uyandırdığı için katlanılmaz hale gelebiliyor. Buna filmin çekimindeki acemilikler, kadraj yönetimi ve mizansen hatalarını da eklediğimizde, çok da başarılı olmayan bir filmin içinde buluyoruz kendimizi…