07.05.2016
Sense8: Sekiz Beden, Tek Beyin
Amerika’daki Amazon; Hulu ve Netflix gibi online yayın yapan platformların son yıllardaki kombinasyonu malumunuz. Hatta şirketler tüketici hızına yetişebilmek için yeni stratejiler bile geliştirdi. Amazon’un birçok projenin pilot bölümünü yayınlayıp, izleyicilerin tepkilerine ve beğenilenlere göre onay vermesi, Netflix’in ise dizilerinin tüm bölümlerini bir anda sunması gibi. “Sense 8”, Haziran başında tüm bölümlerine aynı anda kavuştuğumuz bir Netflix dizisi.
Dünyaca ünlü yönetmen/senarist Wachowski Kardeşlerin (Matrix üçlemesi, “V for Vandetta”, “Bulut Atlası”, “Jüpiter Yükseliyor”) ilk televizyon projesi olan dizinin türüne fantastik kurgu diyebiliriz. Konusuna gelirsek; dünyanın farklı yerlerinde yaşayan sekiz insan birbirleriyle istedikleri zaman ‘psycellium’ denen bir ağ ile iletişime geçebiliyor ve bu ağa erişebilenlere de sensate (dizinin adı da buradan geliyor) deniyor. Gruptaki kişiler acı, aşk, nefret ve haz gibi duyguları ortak olarak kullanıyorlar. Anılarını da öyle… Babaları olarak adlandırabileceğimiz Jonas Maliki ise gruptakilerin sahip oldukları güce nasıl hükmedecekleri konusunda yardımcı oluyor. Dizi; (ilk bölümlerinde) sekiz insanın karakterlerinin derinleştirilmesinin yanı sıra, telepatik iletişimi keşfedip başa çıkmaları üzerine kurulu. Tabii her bilim-kurgu yapımındaki gibi “Sense8”de de bu gücü kötüye kullanmaya çalışan bir taraf mevcut. Mr. Whispers önderliğindeki ekibin amacı; psycellium aracılığıyla iletişim kurabilen kişilere ulaşıp, onlar üzerinde fiziksel araştırmalar yapmak…
Gruptaki her karakterin (doğal olarak) farklı beceri ve korkuları var. Bu da zor durumlarda birbirlerine ulaşmalarını kolaylaştıran önemli bir etmen… San Franciscolu hacker olan transgender kadın Nomi, Kore’de babasının şirketinde çalışan ve kız çocuk olduğu için dövüş sanatlarındaki nefretini kusarak aşan Sun, çocukluğunda yaşadığı travmanın etkisinde kalan Chicago polisi Will, gençken İzlanda’da yaşadığı olayın etkisinden kaçıp Londra’da DJ’lik yapan Riley, dolmuşuyla hasta annesinin ilaç parasını çıkarmaya çalışan Kenyalı Capheus, gay kimliğini şöhreti için gizleyen Meksikalı aktör Lito, aşık olmadığı biriyle evlenmek üzere olan Hint bilimci Kala ile babası ve amcasıyla sorunlarını aşamayan Alman hırsız Wolfgang grubu oluşturuyor. Farklı karakterdeki bu sekiz insan, birbirlerinin hayatlarına dokunarak kendi hayatlarına da yön veriyor.
“Sense8”in bu kadar ses getirmesinin nedenlerine gelirsek; başta tabii ki işin arkasında Wachowski kardeşlerin olması var. Her ne kadar Matrix sonrası yaptıkları projelerde beklentiyi karşılayamasalar da, tarzlarıyla izleyicide her zaman heyecan yarattıkları şüphe götürmez bir gerçek. Dizi, televizyonda LGBTI hareketine en şeffaf yaklaşan yapım olma görevini üstleniyor. Bunda cinsiyetini değiştiren Lana Wachowski’nin payı da yadsınamaz. Lito – Hernando, Nomi – Amanita çiftlerinin cinsel yaşantılarına pek alışık olmadığımız kadar girmesinin yanı sıra Pride yürüyüşü, Lito’nun kimliği/kariyeri arasında yaşadığı çelişki ve Nomi’nin çevre baskısı ve çocukluğunda yaşadığı baskıyla mücadelesine bol bol değinerek bu konudaki misyonunu hiç bırakmıyor. Hatta cinsiyet değiştiren Nomi karakterini canlandıran Jamie Clayton gerçek yaşamında da transgender bir birey. Dizinin cesur ve yaratıcı anlatımı da onu benzerlerinden ayırıyor. Wolfgang’ın gerçek anlamda babasının mezarına işemesi, TV tarihinin en acayip toplu seks sahnelerinden biri, Beethoven eşliğinde gerçekleşen doğumlar, kanlı tampon ile defedilen polis… Çok etkileyici.
Çekimleri 7 farklı ülkede yapılan dizi tam bir görsel-işitsel şölen. Karakterlerin birbirleriyle telepatik ilişkiye geçmesi üzerine kendimizi bir anda farklı bir ülkede buluyoruz. Bunu da doğal ortam sesleri ve alt müziklerle harika desteklemişler. Bölüm için seçilen şarkılar da aynı şekilde. Bunlara rağmen “Sense8” i sevmeyenler de var, biz de bunu fırsat bilerek birkaç ortak eleştiriyi paylaşalım istedik. Dizinin türü bilim-kurgu olarak sınıflandığı için ağır ilerliyor, bu da insanları sıkıyor haliyle. Diğer bilim-kurgu yapımlarından farklı olarak karakter odaklı giden dizi, hikâyenin gizeminden çok kahramanlarımızın hayatlarına ortak olmamızı isteyen bir yol seçiyor. Bu yüzden türüne fantastik-kurgu hatta dram demek daha doğru olur. Bir diğer eleştiriyse; farklı ülkelerde geçmesine rağmen her yerde İngilizce konuşulması üzerine… Bu, çok haklı bir eleştiri olsa da, cevabı oldukça basit! Sürekli geçişlerin olduğu dizide bu kadar değişimi seyircinin kaldıramayacağını düşünmüşler ve birbirleriyle iletişime geçtiklerinde ise dil farklarına değinmişler. Çok da yadırgamamak lazım o yüzden.
2. sezonunun ne zaman başlayacağı henüz belli olmayan dizinin, ilk sezonu 12 bölümlük pilot bölümden oluşuyor diyebiliriz. Karakter derinliği ve yeteneklerini keşfetmeleriyle geçen 12 bölümün ardından yeni sezonla birlikte bilim-kurgu severlerin de istediği hikâye odaklı bölümler göreceğiz gibi. Bölümler ağır ve uzun olduğu için, belli aralıklarla tüketmenizi tavsiye ederiz. İyi seyirler…