04.06.2016

Taksi Tahran: Şoför Bey Bu Taksi Özgürlüğe Gider mi!?

*Yazı filmle ilgili detay içermektedir.

Cafer Penahi’nin bu sene Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü alan filmi “Taksi Tahran” bu hafta vizyonda. İran’da film çekmesi yasaklanan ve filmlerini sadece festivaller aracılığıyla dünyaya dağıtabilen Penahi’nin filminin ülkemizde vizyona girebilmiş olması bizim için ayrı mutluluk kaynağı…

Cafer Penahi, Abbas Kiyarüstemi’nin asistanı olarak kariyerine başlar ve İran Yeni Dalga’sında önemli bir yere oturur. 2009 yılında tutuklanana kadar geçen süreçte  “Beyaz Balon” (1995), “Ayna” (1997), “Çember” (2000), “Kanlı Altın” (2003) ve “Offside” (2006) filmleriyle dünya festivallerinde büyük başarılara imza atar. Tam kariyerinin en önemli dönemecinde 2009’da Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı ilan edilmesinden sonra çıkan olaylarda sokaklarda Besic milislerince öldürülen insanların anma töreninde tutuklanır. Önce serbest bırakılır sonra hiçbir neden gösterilmeden yeniden tutuklanır. Önce beş yıl hapis cezası alan sonra salıverilen ancak yirmi yıl boyunca film yapması yasaklanan Penahi, halen film yapmak için direniyor.

Bu yirmi yıl film çekmeme cezasından sonraki süreçte can havliyle çektiği ilk filmi “Bu Bir Film Değil” (2011) sanatını icra etmek isteyen bir sanatçının yasaklar karşısındaki çaresizliğini ama yine de her koşulda nasıl direndiğini buruk bir şekilde anlatır. Penahi’nin bir tür ev hapsinde olduğu ve sadece film çekmek istediği çok bellidir. Evinin her yerinde çekmeyi tasarladığı filmi çizerek anlatır. Onun “canım acıyor” demesine gerek kalmadan ne kadar acı çektiğini anlarsınız. Penahi’nin bu süreçte çektiği “Perde” (2013) ise bir villanın içinde saklanan bir yazarın hikâyesidir. Filmin belirli noktasından sonra filmin içine giren Penahi, kıstırılmışlığı ve üretememe duygusunun yarattığı hezeyanları bize perde arkasından anlatmaya çalışır. Bazen bir kekin içine saklanmış bir flash disk ile (örneğin Bu Bir Film Değil) bazen bir taksi ile dünya festivallerine filmlerini servis eden Penahi’nin son filmi “Taksi Tahran”, bir takside geçmekte.

Sonunda Penahi özel alandan çıkmış sokağa inmiştir ama kamusal alan içinde yine taksi gibi bir özel alana sıkışıp kalmıştır. Bitmeyen tükenmeyen bir arzuyla tüm olanaksız koşullardan yeni biçim arayışları çıkaran Penahi, bu filmde yepyeni bir yaklaşıma sahip. Filmin başında bir taksi ve içini görüyoruz, taksi sanki kendi kendine gidiyor. Sonra kamera dönüyor. Penahi’nin yüzünü aynanın tâ en derininde görüyoruz. Bir tür yabancılaşma efekti gibi kullanılan bu sekans filme dair merak duygumuzu kamçılıyor. Taksinin ön paneline yerleştirilen iki kamera ile taksinin içinde olanları çekmeye çalışan Penahi, bize bir İran panoraması sunmak derdinde. Bir taksi, bir şöför, müşteriler ve onları izleyen iki kamera aslında çok tanıdık bir yaşam şeklini ifade ediyor. Günümüzde insanların her saniyesi mobese kameralarıyla gözetim altında ama bu görsel hapsin hiç farkında olmadan Foucaultsal bir hapishane toplumunun gönüllü denekleri olarak hayatlarına devam ediyorlar. Belki de Penahi’nin filmi tam da burada başlıyor. En yukarıda ilahi bir göz olan Tanrı, altında mobeseler, takside iki kamera ve onlar. Hayat ne kadar kurmacaysa film de o kadar gerçek aslında. Bu nedenle filmin tüm didaktik yanlarını görmezden gelerek baktığımızda filmin bence tek zaafı bu; Penahi’nin kamerasının sadece gerçeklere odaklandığını görürüz. Bazen çok sırıtan, o önceden hazırlanmışlık bile hayata dairdir. Ve gerçeğin ta kendisidir. İlahi bir göz olan tanrı sorgular, iyilik ve kötülükleri yansıtır, mobeseler iktidarın oyuncağıdır sadece yargılar, suçlar. Penahi’nin kamerası öyle midir? Sadece hak vermeye çalışır. Yaşamadıklarına, yaşatılanlara ve güzel ülkesi İran’ın kaderine…

Taksiye farklı gelir gruplarından, yaşam şekillerinden, yaşlardan ve cinsiyetlerden konuklar biner. Tüm film boyunca müşterilerin hepsinin geleneksel değerlerle başlarının dertte olduğunu görürüz. Bir yandan o geleneksel değerler halka dayatılıyorken diğer yandan eklektik bir şekilde batılılaştırılmaya çalıştıkları aşikardır. Tahran’ın tüm sokaklarını çepeçevre çevirmiş olan kapitalizm hem yeni bir yaşam ve tüketim kültürü oluşturmuş hem de insanları cahilleştirerek kendine esir kılmıştır.

Filmin başındaki ilk müşterin, hırsızların idam cezası alması konusundaki ısrarı, sonrasında taksiye binen yaralı adam ve onun imam nikahlısı eşinin yaşadıkları toplumun düşük gelirli kısmının dini dayatmalara nasılda kapıldığının göstergesi gibidir. Kuşkusuz filmin en eğlenceli kısmı ise korsan dvd satıcısı ile Penahi’nin diyalogudur. İlk kez bir korsan dvd satıcısını haklı görürüz. Çünkü İran’da denetimden geçmeyen hiçbir film gösterilememektedir. Korsan dvd’cilerin İranlı sinemaseverlerin sinema kültürünü geliştirdiği aşikârdır.

Hayat halen o kadar gelenekçidir ki bir yandan dinî kurallar hayatı belirler diğer yandan batıl inançlar sürer gider. Örneğin taksiye binen iki yaşlı teyzenin ellerindeki süs balıklarını adak aracı olarak görmeleri, onları özgür bırakmak istemeleri çok ilginç bir donedir. Penahi’nin kız yeğenini okuldan almasıyla film başka bir boyuta taşınır. Artık film içinde iki film vardır. Gözetleyen, gözlenen… Yeğenin film çekme ödevi vardır, yani sözde film çekme özgürlüğü. Panahi’nin film çekme özgürlüğü yoktur ama yaratıcılığı engel tanımaz. Tüm zıtlar yan yana uyum içindedir. Yeğeni “İran İslam Cumhriyeti’nde iyi film nasıl olmadır?” sorusunun cevabını okur durur. Çekilecek filmleri aile ve toplumsal değerleri ihlal etmemeli, karakter isimleri Farsça değil Arapça olmalı hatta mümkünse sahabi isimleri tercih edilmeli, siyah giyilmemeli, sakal olmalı vs gibi sonun nereye gittiği belli olan kriterler sıralar durur. Peki sanat nerede kalır, hayat nerede kalır?

Kimi müşteri Penahi’yi tanır, kimi tanımaz. Kimi rahattır, kimi çok ve kötü oynar. Penahi’nin içinde bulunduğu politik iklim de düşünüldüğünde sinema yapma sancılarıyla dolu bu adama hak vermemek imkansız. Filmin sonu çok hazırlanmış gibi görülse de Penahi’nin filmleri üzerindeki kirli ellerin her daim iş başında olduğunu bilmek açısından önem arz eder. Kirli eller sanata uzanır ama Penahi onlara gül ile cevap verir. Muhsin Mahmelbaf’ın “Ekmek ve Çiçek” filmindeki gibi Penahi direnerek, savaşarak, halen film çekerek bir çiçek gibi hayata tutunmaktadır.

Dünyanın her yerinde sansür özellikle oto sansürün bu kadar tartışılabilir olduğu şu günlerde Penahi için “ne söylediğinden öte nasıl söylediğinin” anlam kazandığını anlarız. Filmde bir taksiye sıkışmış koca bir İran görürüz. Sonra müşteri olarak taksiye biner ve sorarız :

“Şoför bey, bu taksi özgürlüğe gider mi?”