29.05.2017

The Choice: Bir Beyaz Yaka Masalı

Hollywood sineması belli kalıplara bağlı kalsa da, sektörün de dayatması ve her türe dair örnekler çıkarmak maksadıyla farklı türlerde işler ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de romantik komediler ya da romantik dramlar… Hollywood daha çok romantik komedilere eğilse de, zaman zaman romantik dramlarla da arasının iyi olduğunu söylemek lazım. The Choice da bu türün yeni bir örneği olarak izleyiciye sunulmaya hazırlanıyor.

Nicholas Sparks’ın romanından uyarlanan The Choice’un kısaca konusunu şöyle özetleyebiliriz: Travis (Benjamin Walker) Güney Carolina’nın küçük bir sahil kasabasında veterinerlik yapan gözde genç delikanlılardan biridir. Düzenli bir ilişkisi olmadığından aynı kızla zaman zaman takılmaktadır. Yandaki eve komşu gelen Gabby (Teresa Palmer) ile tanışmalarıyla beraber birbirlerine çekim hissetmeye başlarlar.

İlişkisi olan iki gencin, birbirlerine duydukları ilgi sonucunda ortaya çıkan yasak aşkın evrelerini anlatan The Choice, görüntü yönetmeninin belgesellerden çıkma doğa görselleriyle sinematik anlamda fark yaratmaya çalışsa da, aynı işi filmin tamamında devam ettiremeyen bir denem olarak dikkat çekiyor.

Özellikle senaryonun olabildiğince düz olması ve hiçbir yenilik barındırmamasından kaynaklı olarak klişelerin içinde boğulmasına neden oluyor. Çoğunlukla filmin seyrini oyuncuların fiziksel görünüşlerine dayayan The Choice, daha çok genç kızların masalsı filmlerden hoşmasına bel bağlıyor.

Yakın zamanda kotardığı “Abraham Lincoln: Vampire Hunter” ve kısa bir süre önce vizyona giren “In the Heart of the Sea” filmlerinden hatırlayabileceğimiz başrol oyuncusu Benjamin Walker filmin erkeksi tavrını filme yansıtan, seyirciyi kendine çekmesine uğraşan oyuncu konumunda izleyiciyi etkilemeyi deniyor. Karşısında da güzeller güzeli Teresa Palmer ile uyumlu bir ikili olsalar da, senaryonun tekdüze yazılmasıyla aslında pek de bir şeyin olmadığı bir filmin içinde çatışmasız bir filmde kayboluyorlar.

Neredeyse masallarda olabilecek kadar hoşgörülü bir film olması, beklentilerini yüksek tutan seyircinin hayalkırıklığına uğramasına neden oluyor. Aldatılan tarafların baskınlığı bırakın, neredeyse mağdur konumuna düştüğü filmin, akılda kalan en belirgin noktası belli ki filmin jeneriği olacaktır. Çünkü 111 dakikalık süresi boyunca izleyiciye hiçbir şey vermiyor.

Sonuç olarak romantik filme aş erenler dışında dokunulmaması gereken bir film olarak not ediliyor. Aksi takdirde yenilikçiliğin var olması sularda, kendinizi boyunuza kadar suyun içinde bulacaksınız ve harcadığınız zamana üzüleceksiniz. O halde romantik dram severlerin salonları arşınlayacağı bir film olmaktan öteye gidemeyen The Choice, vizyondaki alternatif bir seçim olacaktır. Yoksa klişelerle dolu, sıradan karakterlerin yer aldığı, sinemaya dair hiç bir vaatte bulunmayan bir filme neden dahil olunur ki?