29.05.2017
The Finest Hours: Kahramanlık ve Aptallık Arasındaki İnce Çizgi
Son dönemde deniz temalı filmlerinin arttığını gözlemlemek hiç de zor olmasa gerek. Hollywood boş durmuyor ve yine bu konseptte bir filmi seyirciye sunuyor: The Finest Hours. “Zor Saatler” adıyla Türkiye vizyonuyla buluşacak filmin yönetmen koltuğunda Craig Gillespie oturuyor. Gillespie’nin her çektiği film farklı bir janrda olduğundan dolayı, büyük bütçeli bir filmde neler yapacağı merak konusuydu. Ancak film vizyon gördükten sonra bu sorular yavaş yavaş yanıt bulmaya başladılar.
Öncelikle klasik olarak filmin konusunu özetleyelim. Bernie Webber (Chris Pine) başından talihsiz bir kurtarma olayı geçmiş, sahil güvenlikte çalışan kaptanlardan biridir. Miriam (Holliday Grainger) ile tanışmasının ardından evlilik planları yaparken, bir tankerin dev dalgalar yüzünden ikiye ayrıldığı haberi gelince, Bernie ve mürettebatı yola koyulurlar. Öteki tarafta ise okyanusun ortasında hayatta kalmaya çalışan tanker mürettebatı vardır. Kurtarma ekipleri gelene kadar vakit kazanmaları gerekir. Bu aşamada tankeri en iyi tanıyan Ray Sybert (Casey Affleck) tek umutlarıdır.
Sahil güvenlik kurtarma hikâyesini merkezine alan The Finest Hours, ilk aşamada dev dalgaların içinde boğuşan gemilerin görselleriyle kesinlikle etkileyici olmayı başarıyor. Film bir yandan tankerin içinde sıkışan insanlar gözünden klostorofobik etki bırakırken, sahil güvenlik çalışanlarının bakış açısından bakıldığında açık alan korkusuna dönüşüyor. Bu sıkışmışlık hissi filmin geneline yayılıyor. Başroldeki iki ana karakteri Bernie ve Ray’in hikayenin içindeki yaşamlarında da içlerine kapanık oluşları göz önüne alındığında, aslında bu duygunun kazayla paralel olmadığını anlıyoruz. İki karakterin içine kapanık davranışları, dışarıdan tetiklenen mahalle baskısından dolayı ortaya çıktığı söylenebilir.
Film kurtarma filminin haricinde filmin bir kısmına Bernie ve Miriam’ın ilişkisini koyuyor. Özellikle ilişkilerinin başlangıcından itibaren seyirciye sunulan duygusal bağlar, filmin dramatik dozunu arttırmak adına kullanılıyor. Hatta ilşkiyi anlatırken kullanılan renk paleti, müzikler ve dönem filmi olmasından kaynaklı detaylar, yakın dönemde izleyici karşısına çıkan Carol filmini hatırlatıyor.
Gelelim filmin gediklerine… Özellikle her şeyin son dakika olduğu Hollywood klişelerini bir kenara bırakırsak, senaryo içinde belli belirsiz mantıksızlıklar öne çıkıyor. En kritik anlardaki gereksiz konuşmalar, kadere dayandırılan kimi anlar, filmin sıkıntılı olduğu noktalar olarak öne çıkıyor. Özellikle bir sahnede sırılsıklam olan karakterin, bir sonraki planda kupkuru olması gibi düşününce komik gelen hatalar belli belirsiz filme yayılmış durumdalar.
Sonuç olarak eli yüzü düzgün bir film ortaya çıkartılırken, yine gerçek bir hikaye filmleştiriliyor. Film gerçeğe yakın kast çalışması, müzikleri ve etkileyici okyanus sahneleriyle görülmeyi hak ediyor. Fakat senaryosundaki aksamalar ve tahmin edilebilir kurgusuyla standartları yüksek seyirciyi geçici bir süre idare edecektir. Bu tip felaket ve kurtarma filmlerini sevenlere tavsiye edilir.