18.04.2017
The Lost City of Z: Kaybolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Sevilen Romanlardan Biri Sinemada Yerini Alıyor…
Hollywood sevilen roman uyarlamalarını ard arda sıralamaya devam ediyor. Bu filmlerin yeni halkası ise The Lost City of Z… Filmin adı ilk zikredildiğinde ödül sezonuna yetişip yetişmeyeceği merak ediliyordu. Hatta filmin birçok dalda akademi ödüllerinde aday gösterileceğinden bahsediliyordu. Ancak bu tahminler havada kaldı ve film ödül sezonun dışında bir dönemde vizyona giriyor. Brad Pitt’in şirketi Plan B’nin yapımcılığını üstlendiği film, bakalım izleyicilere beklenen macera filmi atmosferini hissettirebilecek mi?
Percy Fawcett (Charlie Hunnam) bir keşif görevi üzerine Amazonlar’da haritalama görevi alır. Çeşitli zorluklarla karşılaşsa da bulduğu bazı kanıtlar, onu kayıp şehir Z’yi bulmaya ikna eder. Her seferinde yeni şeyler keşfeden Fawcett, ne yaparsa yapsın Z’yi bulamamaktadır. Bu yüzden de ona inananların sayısı azalmaktadır. Bu araştırmalarda yanında sadık yardımcısı Henry Costin (Robert Pattinson) da yanında olacaktır. Fawcett’in ömrünü adadığı bu gezilerde yaşadıkları insanın keşfe olan arzusunu tüm çıplaklığıyla yansıtacaktır.
İnsan ve Doğa İlişkisi…
İnsanın doğa ve bilinmeyenlerle imtihanı 1920’lerde merak uyandırırken dünyada keşfedilmemiş çok yer bulunuyordu. İnsanların bu keşif arzusu gerçekleri gün yüzüne çıkarırken beraberinde felaketi de getirdi. Çünkü insanoğlu bakir toprakları keşfetmekle yetinmeyip, bu bölgeleri sömürmek istedi. Sonucunda da yok olan güzellikler, acı çeken insanlar ve kaybolan kültürler ortaya çıktı. Tıpkı günümüzde buna devam edildiği gibi…
Genelde ortalama filmlere imza atan yönetmen James Gray suç dünyasının haritasını çizmekle meşgulken rotasını bu macera filmine çevirdiğinde, yönetmenin artık değişiklik istediğini tüm cümle alem anlamıştı. Böylece yönetmenin yeteneklerinin farklı türlerde nasıl bir başarı kazanacağı sınanma şansı bulacaktı. Nitekim The Lost City of Z ile beraber yönetmenin farklı türlerde de yine ortalama işler çıkarabileceğini keşfetmiş olduk. Kendi kalibresinin üzerine koyabileceği bir işte var olanı veren bir film kotaran Gray, belli ki sınırlı özellikleriyle dünya sinemasında pek de fark yaratamayacak gibi gözüküyor.
Filmin oyuncu performanslarına göz attığımızda Charlie Hunnam’ın kaşif rolünde son derece başarılı bir performans sergilediğini söyleyebiliriz. Sienna Miller ise yine her filmde farklı bir yüze sahipmiş gibi görünen yüzünün çeşitliliğini karakterine olumlu anlamda yansıtmayı başarmış. Fedakar bir eş ve anne rolünde sınırlandırıldığından dolayı elindekinin en iyisini role aktarabilmiş. Filmin gizli yıldızı ise Robert Pattinson denilebilir. Uzun sakallarının arkasında pek fark edilmese de doğal bir performansla karakterini gerçek kılarak övgüyü hak ediyor.
Hikaye Olarak Herzog Filmlerine Yakın Duruyor
Hikaye olarak Werner Herzog’un filmlerine benzeyen yapısıyla Hollywood’un macera-epiklerinin bir karışımı gibi duran yapım, merak unsurlarını filmin sonuna kadar taşıyarak ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor. Uzun yıllar içindeki zorluklar ve zaman değişimleri filmin içinde başarılı bir şekilde kotarılmış. Ancak filmin finali konusunda kafalarda soru işaretleri uyanıyor. Tahmin edilebilir bir son olmasına rağmen, belki de izleyicinin görmek istediği final yapılabilirmiş. Bunun yerine yönetmen daha ruhani bir uyanış finalini tercih etmiş. Bu durum da filmin az da olsa irtifa kaybetmesine neden olmuş. Yine de sıkmayan, akıcı bir film yaratılması filmin en büyük kozu olarak görülüyor. Yaşasaydı Klaus Kinski bu rol için biçilmiş kaftan olabilirdi.
Sonuç olarak hikayesini aktarırken akıcı bir seyir zevki sunan The Lost City of Z, başarılı oyunculukları ve merak duygusunu canlı tutma becerisiyle öne çıkıyor. Ancak finalinin sıradanlığı ve her ne kadar keşif arzusuyla doğa dostu gibi görünen bir film olsa da, temelinde düşünüldüğünde pek de iyi niyetli bir aklın ürünü olduğunu söyleyemeyeceğim. Fakat bu olumsuzlukları bir kanara attığımızda macera ve keşfi seven izleyiciler için haftanın seçeneği olarak sorunsuzca tavsiye edilebilir.