04.10.2019

The Politician: Geleceğin Benmerkezci Başkan Adayı

Amerikan politikasını, güncel kültürel olayları ve lise filmlerini bir araya getiren, entrika, yalan, aldatma, manipülasyonun takım kurduğu, geniş bir izleyici kitlesine hitap eden, Ryan Murphy, Brad Falchuk ve Ian Brennan tarafından yaratılan The Politician, Netflix’in son zamanlarda ortaya koyduğu en başarılı yapımlardan biri. Her ne kadar eleştirmenler tarafından ağır eleştirilere tabii tutulsa da Netflix’in lise çağındaki genç kitlesine hitaben yaptığı dizilerle kıyaslandığında The Politician’ın, kulvarındaki diğer yapımlardan daha komik, daha mesaj içerikli ve daha düşündürücü olduğunu söyleyebilirim.

Genelde kötü yazılmış bir hikâyeyi örtbas etmek için çok fazla birinci sınıf aktörün/aktristin bir araya getirildiğini düşündüğüm filmlere önyargı ile yaklaşsam da söz konusu televizyon dünyası olunca işler değişiyor. Her bir karakterinin özenle yazıldığı bu dizi, geniş ve şaşırtıcı bir oyuncu kadrosuna sahip. Bir yandan süper starlar Gwyneth Palthrow ve Jessica Lange canlandırdıkları karakterleri bir üst seviye taşırken, bir yandan Julia Schlaepfer gibi genç yetenekler ekranda ışık saçıyor. Zoey Deutch ve Lucy Boynton’ın yanı sıra dizinin en çok dikkat çekeni Broadway’den transfer olan Ben Platt oluyor. Platt, ilk televizyon deneyimi olan bu dizide, mimikleri, yeteneği ve role uygunluğuyla son derece başarılı bir portre çiziyor. Hatta sahne süresi en fazla olan başrol oyuncusu genç yetenek, benim için dizinin izlenebilirliğini artıran en önemli etken.

İzleyici Uyarısı

Santa Barbara’da yaşayan bir öğrenci olan Payton Hobart (Platt), yaklaşık yedi yaşından beri bir gün Amerikan Başkanı olacağının hayalini kurar. Fakat önce en tehlikeli politik platformlardan biri olan okulu Saint Sebastian Lisesi’nde bir politikacı adayı olarak yolunu bulmaya çalışmalıdır.

Netflix, rahatlıkla art arda izlenebilen sekiz bölümlük ilk sezonunun ardından, bu ay içerisinde ikinci sezonun da yapımına başlandığını duyurduğu dizide, her sezon Payton Hobart’ın Amerikan Başkanlığı’na giden yolda aşmaya çalıştığı farklı seçim kampanyalarını izleyeceğimizi belirtiyor.

Dizi, komedi elementleriyle süslü olmasına rağmen zaman zaman da duygusallığı elden bırakmıyor. Diyalogları ve karakterleri en başarılıyla yazılmış olan dizi, fragmanlarından sanıldığı gibi her an basit, hafif ya da şen şakrak bir tona sahip değil. Satır aralarında birçok güncel soruna ve kişiye de dikkatlice ayna tutuyor. Hatta izleyicilere dizinin ilk bölümünden önce The Politician’ın azimle, hırsla ve istediklerini elde etmek için her şeyi göze alabilmekle ilgili olduğunu, bu nedenle akıl sağlığıyla ilgili problem yaşayanların dikkatli izlemeleri gerektiğiyle ilgili bir uyarı da konulmuş.

Payton Hobart

Sahnesi çok olmayan Jessica Lange’e verilen uzun monologlar tam yerinde olmuş. Çünkü ekran önünde adeta devleşen muhteşem oyuncunun, bizleri hem güldürmesine hem de düşündürmesine olanak tanınmış. Gwyneth Paltrow’un Wes Anderson’ın elinden çıkmışa benzeyen sahneleri ise absürt komedinin en iyi örneklerinden. Fakat genel olarak birçok şeyin yüzeysel bırakıldığı dizide, en derinlikli ve en izlenmeye değer karakter sanırım Payton Hobart.

Dizide, Payton’ın hayalleri olan gerçek bir insan değil de bir politikacının yansıması olarak görünmesi belli ki bilinçli yapılan bir hareket. Öyle ki, Payton yalnızca küçüklüğünden beri tek hayali olan Amerikan Başkanlığı’na oynamak için kendini geliştirmesinin ve eski başkanların hayatlarını ezberleyip, hareketlerini taklit etmesinin ardından adeta “içi boş bir takım elbise” havasında elinden geleni ardına koymayan bir genç haline geliyor. Evlatlık alındığı ultra zengin ailesinde, hayırsız ve akılsız ikiz üvey kardeşinin yanında, anne ve babası tarafından en çok sevilen çocuk olma şansına erişmesine rağmen bir türlü başka bir insanda gerçek yakınlığı, duygusal bağı bulamıyor.

Heteroseksüel olduğunu düşünürken bir zamanlar aynı okulda okuduğu, kendisine Mandarin dersi veren River adlı okul arkadaşıyla hem fiziksel hem de duygusal bir birliktelik yaşıyor ve kendini tam anlamıyla korunmasız hissediyor. Hal böyle olunca bir süre sonra hayatından ayrılan River’ın ardından tam anlamıyla isteklerine ulaşmak için yalnızca yapması gerekeni yapan ve başkalarını önemsemeyen hırsın gözünü kör ettiği bir kişiye dönüşüyor. Kazanmaya odaklanmış ve başarıdan beslenen Payton, önüne uğraşmadan sunulan olanakları bileğinin hakkıyla elde etmeyince hayal kırıklığı büyük oluyor. Yine de inandıkları uğruna savaşmaya devam ediyor ve bizleri de çıktığı bu yolda kendisine yol arkadaşı yapıyor.

Her Şeyden Biraz Biraz ama Aslında Hiçbir Şey

Munchausen by proxy sendromu, engelliler, LGBTQ topluluğu, alt sınıf çalışan kesimin bakış açıları, ailevi problemler, ikili ilişkiler, narsisizm dizide dikkat çekilen noktalardan yalnızca bir kısmı. Hâl böyle olunca çok fazla konuya parmak basmak isteyen dizi odaklanma sorunu yaşıyor ve verilmek istenen mesajların altı tam olarak doldurulamıyor. Yine de izlenmeye değer bulduğum dizinin en sevdiğim kısmı Amerika’nın son yıllarda epey ses getiren ateşli silahlara kolaylıkla ulaşım ve kullanım sorununu Payton’ın öğrenci birliği başkanlığı seçimlerinde seçim kampanyasının merkezi haline getirmesi oldu. Özellikle genç izleyicisinin fazla olduğunu düşündüğüm dizinin bana göre en belirgin mesajlarından biri buydu.

Payton’ın başkan seçilmesi halinde okulu daha güvenli bir ortam yapmak için söz vermesinin ciddiliği karşısında, rakibi öğrenci balosuna Drake’i çağıracağını bildiriyor ve bu şekilde oylarını artırıyor. Çünkü hâlâ ülkede sık sık yaşanan silahlı saldırıların ciddiyetini kavrayamamış on beş on altı yaşındaki gençler yalnızca o gün ne giyineceklerini, baloya kiminle gideceklerini ve okullarında yapılma ihtimali olan Drake konserini önemsiyor. Bu durum da ağlanacak halimize gülüyoruz dedirtiyor.

Bir sürü fikrin havada asılı kaldığı, her şeyden biraz biraz bahsediyor ama aslında izleyiciye hiçbir mesaj aktaramıyor denilen diziye bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dinamikliği ve akılcı hicviyle çoğu zaman güldüren, kimi zaman da tempoyu düşürerek nefes aldıran The Politician’ın, son zamanlarda başarısız yapımlarla takipçi kaybeden Netflix’e yeni bir soluk getirdiği kesin.