29.05.2017

The Revenant: İntikam Hiç Bu Kadar Hipnotize Edici Olmamıştı!

Birdman filminin başarısından sonra yönetmen Inarritu’nun neler yapacağı merakla bekleniyordu. Sonuçta böylesine başarılı bir filmden sonra devam etmek, gerçekleştirilecek projenin ne olacağı düşüncesi insanları düşündüren bir nokta olmuştu. Ancak Inarritu, Birdman’in başarı sürecini beklemeden çoktan yeni filmine başlamıştı. Böylece ortaya The Revenant çıktı. Üstelik Oscar adaylarına en fazla kategoride aday olmayı başardı. Bununla kalmadı Altın Küre ödüllerinde en iyi drama olmak üzere ödülleri toplamaya devam etti. İki sene üst üste ödül sezonlarında aynı başarıyı tekrar etmek çok rastlanır bir şey olmadığından dolayı insanların The Revenant’la ilgili beklentileri büyük oldu. Peki ülkemizde “Diriliş” adıyla vizyona girecek film, bu beklentileri karşılıyor muydu?

Bu sorunun cevabını vermeden önce filmin konusunu şöyle özetleyebiliriz. Hugh Glass (Leonardo Di Caprio), bulundukları yerli bölgesini iyi tanıdığından bir gruba rehberlik etmektedir. Bir yandan doğanın zorlu koşullarıyla mücadele eden kafile, bir yandan yerli saldırısına ve diğer grupların baskınına hazırlıklı olmaya çalışmaktadırlar. Ancak Hugh Glass, bir ayının saldırısına uğrayarak, yolculuğa devam edemeyecek hale gelir. Gelişen olaylardan sonra Glass ölüme terk edilir. Doğanın içinde Glass yeniden doğup, onu terk edenlerden intikam alabilecek midir?

Öncelikle filmin mükemmel kısımlarından bahsetmeden önce, filmin zayıf karnından bahsetmekte fayda var. Filmin barındırdığı tonla artıya rağmen, filmin en zayıf halkası senaryosu denilebilir. Olabildiğince basit işlenen senaryosu, Amerika’nın yarası olan yerli soykırımını yakın bir şekilde gözler önüne sürse de, bu konuya uzaktan yaklaşmayı seçiyor. Tesadüfi noktalara bel bağlayarak, hikayesinin zayıflığının üstünü kapamaya çalışıyor. Halbuki elindeki malzeme ve dokundurduğu değerleri göz önüne alırsak; son derece temelleri sağlam olan bir senaryonun varlığı filmi kusursuz bir yapıtın sinema tarihine armağanı olarak kabul edilebilirdi.

İşte bu handikaba rağmen film görsel bir şaheser olmayı başarıyor. Görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki’nin tek başına varlığı dahi, filmin sinematografik anlamda rakipsizleşmesine neden oluyor. Usta işi plan sekanslarla, hipnoz edici görüntüleriyle; her gün filmlere daha çok değer katan Lubezki, yaptığı her işte her zaman çıtayı biraz daha yükseğe çekiyor. Filmin en büyük kozu diyebileceğimiz görüntü yönetimine eşlik eden filmin koyu tonları, filmin karanlık yapısına doğrudan etki ediyor.

Gelelim oyunculuk performanslarına. Leonardo Di Caprio tek kelimeyle kusursuz bir performans sergiliyor. Bu filmle Leo’nun Oscar kazanması neredeyse garanti denilebilir. Özellikle verdiği fiziksel mücadelede rolüne kusursuzca bürünüyor. Az diyaloğa sahip olmasına rağmen Di Caprio rolünü üst noktalara taşıyor. Tom Hardy, belki filmin en iyisi değil ama sağlam bir performansla akıllarda yer ediniyor. Filmin gizli kahramanı konumunda Domhnall Gleeson çok göze batmasa da, Hardy’den aşağı kalmayan bir oyunculukla filmin gücüne güç katıyor.

Filmin tamamında bir savaş hakim denilebilir. Bir yandan Amerika geçmişiyle yüzleşirken, öte yandan doğayla mücadele var. Ormanın içinde farklı ülkelerin temsilcileri arasında bir savaş var. Görsel olarak muhteşem bir iş çıkartılan ayı ile savaş sahnesi filmin bünyesinde öne çıkan noktalardan biri olarak değerlendirilebilir. Herkes birbiriyle savaş içindeyken, kazanan sinema oluyor.

Sonuç olarak The Revenant, üstün oyuncu performansları, büyüleyici görüntü yönetimi ve vizyoner yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’nun varlığıyla beraber sinema adına kaçırılmaması gereken bir deneyim olarak nitelendirebiliriz. Oscar sezonunda en fazla ödüle aday olan film olduğunu düşünürsek, bu adaylıklarından kaçını ödülle taçlandıracağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu görselliği sinemada yaşamanızda fayda var.