23.05.2016

ELEŞTİRİ: The Salvation

Danimarkalı yönetmen Kristian Levring, son filmi The Salvation ile western türünde bir yapıma imza atıyor. Filmin başrolünde Jagten ile son birkaç yıla damgasını vurmuş Danimarkalı oyuncu Mads Mikkelsen üstleniyor. İkili western türündeki bu filmi, Kuzey Avrupa bakışıyla da harmanlayarak bazı farklılıklar yaratıyor. The Salvation aynı zamanda  sinematografisiyle de göz dolduruyor.

1870’li yıllarda ailesinden uzun süredir ayrı olan John, işlerini yoluna koyduktan sonra eşini ve çocuğunu Amerika’ya getirir. John, ailesini tren istasyonunda karşıladıktan sonra at arabasıyla evlerine doğru yol alırlar. Bu sırada aile, arabada kendilerine eşlik eden iki erkeğin saldırısına uğrar. Eşini ve çocuğunu acı bir şekilde kaybeden John’ın yanıtı çok sert olacaktır; ancak bu durum kendisini bölgenin suç lideri ile karşı karşıya getirecektir.

Film, yukarıda bahsi geçen bu karşılıklı hamleler, kamera açılarındaki ustalık ile dönemin renkleri ve kostümlerin döneme olan uyumuyla izleyenlere sunuyor. Yönetmen, bize yeni veya özgün bir hikâye anlatmasa da incelikli işçiliği ile keyifli bir deneyim yaşatıyor. John’ın eşini ve çocuğunun intikamını aldığı sahneden sonra temposunu biraz yitiren filmin en zayıf yönü de bu sahneden itibaren gelişen tüm olayları önceden net bir şekilde tahmin edebiliyor oluşumuz. Karşılıklı satranç oynayan ikiliden kimin kimi mat edeceği ve nasıl yollardan geçilip bu sonuca ulaşılacağını rahatlıkla kestirebiliyoruz. Bu durumu The Salvation, sahne geçişlerini başarıyla sağlayan kurgusu, renk ve kameranın ustalıklı işlenişi ile kotarabiliyor.

The Salvation, başarılı oyunculuklarla da kendini beslemesini bilen bir yapım. Eva Green, dilsiz bir kadını canlandırdığı Madelaine rolünün hakkını fazlasıyla verirken, bakışları ile hislerini derinden hissettiriyor. Eric Cantona ise kötü kovboy karakteri ile karşımıza çıkıyor ve üstüne düşen rolü en iyi şekilde sergiliyor. Filmin baş karakteri John’a hayat veren Mads Mikkelsen ise performansı ile büyülüyor. Jagten’de gelişen olaylar karşısında fazla tepki vermeyen ve sesini çok çıkarmadan mücadele eden Mads Mikkelsen, The Salvation’da bu yapının tam tersi bir şekilde mücadelesini sert karşılıklar vererek yürütüyor.

Genelde Amerika’nın kendi toplumsal dinamikleri ve geçmişiyle ilgili olayları konu edinen ya da Avrupa’daki kimi örneklerinde komedi unsurlarıyla kendini harmanladığını gördüğümüz western türüne The Salvation merkezine bir aile dramını yerleştirerek özgünlük yakalamak istiyor; ancak hikâyenin klişeliği yakalanmak istenen bu yapıya zarar veriyor. Yine de vahşi hayata yabancı bir Kuzey Avrupalının yaşadıklarının gösterilmesi ilginç bir fikir.

Zayıf senaryosuna rağmen teknik olarak ön plana çıkan The Salvation, western türünü ve Mads Mikkelsen’i sevenler için kaçırılmaması gereken bir film olarak izlenebilir.