09.06.2017

The Witch

Ormanın Derinliklerinde Cadı Kazanı Kaynıyor

Korku sineması son dönemde daha çok buluntu filmlerle dikkat çekmeye başlamıştı. Ancak bu akımın yavaş yavaş ışığının sönmesiyle beraber, korku filmi yapan yönetmenler eski köklerine geri dönmeye başladılar. Anlık korkulardan çok, yarattığı atmosfer ve tekinsizlik öğeleriyle seyirciyi oturdukları koltuklara çivilemek isteyen sinemacıların yeni ürünü “The Witch”…

Yönetmenliğini Robert Eggers’ın üstlendiği korku türündeki yapım, bir ilk film olmasıyla dikkat çekiyor. Baştan sona oyuncu kadrosunda pek tanıdık simalara yer vermiyor. Böylece hikâyenin inandırıcılık düzeyini üst noktada tutmayı başarıyor. Bilhassa genç oyuncuların yer aldığı filmin konusuna kısaca göz atarsak; konuyu “evlerinden ayrılan dindar bir aile, kimselerin olmadığı kapkara bir ormanın eteğine taşınırlar. Ancak ormanın derinliklerinde yaşayan cadı onlara rahat vermez” şeklinde özetleyebiliriz.

İnsanların cadılıkla suçlandığı bir dönemde geçen filmin odak noktası olarak din olarak kabul edilebilir. İncil’deki ayetlerden ve yerel halkın hikâyelerinden oluşturulan senaryo, tutucu ve aşırı dindar bir ailenin dış bir güç tarafından rahatsız edilmesi sonucunda, aslında çatırdayan aile dinamiklerine odaklanarak, kendince bir toplum eleştirisi yapmaya soyunuyor.

Baskıcı toplumların dine sarılması sonucunda, günah inanışı ve değer yargıları farklılaşıyor. Muhakeme yeteneği azalan insanların, kendi kabuklarının içinde yok olması kaçınılmaz bir gerçeğe dönüşüyor. Film, korku türüne dair bir örnek olduğundan dolayı temel sıkıntıları şeytan ve hizmetkârlarına yüklese de alt metin olarak gittikçe yozlaşan insanların sapkın düşüncelerle yoğrulan beyinlerine odaklanmayı tercih ediyor.

Özellikle kapkara bir orman tasviri, hayvanlara bürünen şeytan imajları, cadılık ritüelleriyle kendine ait ürpertici bir dünya yaratmayı başarıyor. Bununla kalmayıp gerçek yaşamın da pek parlak olmadığını seyirciye göstererek izleyicinin köşeye sıkışmasına neden oluyor. Her anı gergin bir atmosferde geçen filmin, en büyük silahı tekinsiz mekânlar ve paranoyak karakterler olarak dikkat çekiyor.

Fİlm, İncil’in içindeki soyut tasvirleri, birebir somutlaştırarak; şeytan ve cadılık mitlerini birebir aktarmayı başarıyor. Delilik ve kandırılma temaları, ürkütücü gerçekliğin içinde filmin finaline doğru tonunu biraz daha ağırlaştırarak korku sineması adına başarılı bir denemenin ortaya çıkmasına olanak sağlıyor.

Özellikle sağlam oyunculukları, insanı daraltan atmosferi ve eski usul yönetmenlik tarzıyla, gerilimi ensenizde hissetmenize neden oluyor. Yavaş yavaş ağları ören, sabırlı anlatımıyla lanetlenen bir toplumun profilini çiziyor. Dayatmaların sonucunda insan psikolojisinin nasıl bozulduğuna tanıklık etmek için bu film tam da biçilmiş kaftan olarak öne çıkıyor. İşte bu noktada kendimize şu soruyu soruyoruz: Gerçekler mi daha korkutucu, yoksa şeytanın oynadığı oyunlar mı?