23.06.2017

Transformers: The Last Knight – Toz Duman Arasında Robotik Düşler

Michael Bay’in Seriye Vedası…

Hollywood’un gişe canavarlarına tepkisi açıktır. Tatmin edici kar elde eden filmler baş üstünde tutulur ve tahmin edemeyeceğiniz kadar devam bölümleri tasarlanır. Başroller değişir ama hikâyenin merkezindeki CGI destekli araçlara dönüşen robotlar esas kalırlar. Nitekim ilk üç filmde aynı kadroyu muhafaza eden Transformers, son iki filmde Mark Wahlberg’lü kadrosuyla yoluna devam ediyor. Yapımcılara göre seride işlemeyen nokta, görsel efektler dışında bir başrol eksikliğiydi. Bu yüzden de neredeyse her projeye evet diyen Mark Wahlberg devamlılık için biçilmiş kaftan oldu.

Yakında zamanda yapılan açıklamalara göre son film, yönetmen Michael Bay’in de son filmi olacaktı. Bu yüzden de film, yönetmen açısından önemli hale geldi. Bugüne kadar toplamda beş filmle Transformers’a bağlılığını gösteren yönetmen, yapımcıları hayal kırıklığına uğratmamıştı. Ancak yönetmenin yeni projelere açılmak istemesi durumu değiştirdi. Transformers serisi devam ederken, artık daha yenilikçi bir format üzerinde durulacağı açıklandı.

Yeni Fikirlerle Eski Formül Tekrar Ediyor

Bu yenilikçi formata geçmeden önce aslında bunun temellerinin atıldığı The Last Knight’a değinmemiz gerekiyor. The Last Knight yani Türkçe adıyla Son Şövalye, Transformers’ın fazlaca Amerikan tavrını biraz daha Avrupa’ya çekerek yeni mekânda ferahlık olur ilkesinden hareketle hikâyesini İngiltere’ye taşıyor. İngiliz mitolojisindeki klasik Merlin’li savaşı kalbine yerleştirerek otorobotları bu mitin içinde bir yere konumlandırıyor. Merlin’in gücünün temelini uzaylı yardımı olarak yorumladığını da söyleyebiliriz.

Bu miti bir önceki filmin günümüzde geçen hikâyesi ile birleştiren yapım, yine görsel efektlerin hegomonyasında bir aksiyon seyri sunmayı amaçlamış. Genel yapı itibariyle makinelerin birbiriyle tanrısal savaşlar verdiği devasa ve takibi zor aksiyon mizansenleri bu filmin bünyesinde de var olsa da filmin iki buçuk saatlik süresinde akılda kalıcı olan nokta daha çok karakterlerin derinliklerine inmek amaçlı karakter geçmişlerine odaklanılması kalıyor. Tabii arka planları olabildiğince sığ geliştirildiğinden dolayı doğal olarak filmin dram yükünün sınıfta kaldığını açıkça söyleyebiliyoruz.

Eğlenceli ama Boş Bir Film

Seyircilerin en çok öğrenmek istedikleri nokta olan filmin eğlence yönü, diğer filmlerde eğlenebilen insanların beklentileri karşılayacak düzeyde. Hollywood klişeleri yine havalarda uçarken filme yeni eklenen iki karakter ile filme renk katılmaya çalışılmış. Bunlardan biri filminde mizah noktasını da hareketlendiren güzel Vivian rolünde Laura Haddock’un değerlendirilmesi denilebilir. Bir aksiyon filminden çok romantik komedide oynadığı hissettiren oyuncu, ne yazık ki filmin ergen kitleleri perdeye kitlemek için yapılan bir plandan ibaret denilebilir.

Bir diğer karakter ise Latin isyancı çocuk Izabella… Isabela Moner rolünün hakkını vererek ileride aksiyon filmlerinde “yeni bir Michelle Rodriguez geliyor” havası yaratsa da henüz bunun için çok erken denilebilir.

Sonuç olarak Michael Bay kendi duygusal yoğunluğunu filme aktararak duygusal bir epik aksiyon yaratmayı başarmış. Aksiyonseverleri bir yere kadar tatmin edecek filmin yeni filmlerde antik Roma gibi zamanlardan yeni soluk getirecek hikâyelere açılacağı dedikoduları dolaşmaya başladı bile. Bunun ilk denemesi olan Son Şövalye yılın en iyi aksiyonu olmamakla beraber uzun süresiyle tahammül sınırlarını zorluyor. Çok beklenti ile gidilmediği takdirde, boş zaman değerlendirmek için denenebilir.