29.05.2017
Uluslararası Edirne Film Festivali Günlükleri -1-
Türk sineması yeni bir festivale daha kavuştu. Bu sene ilk kez gerçekleştirilen festivalde Tony Gatlif’in festivale katılacağı haberi heyecanla karşılansa da; Fransa’daki terör olaylarında arkadaşlarını kaybetmesi sonucunda festivale katılamayacağı açıklandı.
Tony Gatlif’in dışında yerli – yabancı basın ve sinemacıların katıldığı festival son sürat devam ediyor. Gösterimlerin büyük bir çoğunluğunun film ekipleriyle festivale katılması ise, festivalin ilk yılında önemli bir ilerleme olarak dikkat çekiyor. Özellikle İstanbul’daki film festivallerini bir kenara ayırırsak, ilk kez gerçekleşen bir festival için salon doluluk oranları hiç de fena değildi.
Günün en çok dikkat çeken olayı “Cel ALES – Seçilmiş” filminin galası ve film sonrası resepsiyonuydu denilebilir. Peki bu filmin en çok dikkat çeken olay olmasının nedeni neydi? Filmin başrol oyuncusunun Romanya Kültür Bakan Yardımcısı Bogdan Stanoevici’nin olması özellikle filme ilgiyi arttıran olaylardan biriydi.
Günün öne çıkan filmlerine şöyle bir bakalım…
Cel ALES – SEÇİLMİŞ:
Film her şeyini kaybettiğini düşünen Bay X’in yakın zamanda da kaybedecek şeyleri olduğunu fark ettiği içsel ve geri dönüşümlü yolculuk sürecini anlatıyor. Kendine has mizahı ve bıçak sırtı konuları sabırlı anlatımıyla dikkat çeken yapım, tipik bir Romanya sineması örneği denilebilir. Özellikle politik sınırlarını iyi belirleyip, karamsar konuları trajikomik bir şekilde gözler önüne seren film, yönetmen Christian Comega’nın sonraki işlerinde de takip edilmesi gereken bir yönetmen olarak nitelendirilebilir.
Do Svidaniye Mama – HOŞÇA KAL ANNE:
Başarılı ve mutlu bir ailenin tesadüfi bir karşılaşma sonrasında mahvolan hayatını konu alan Rus yapımı film; toplumsal değer yargılarını ve aile içi tabularla, bir kadının tutku ve şehvet duygularını karşı karşıya getiriyor. Feminist okumalara son derece açık olan film, mutlu olduğu için başarısızlığa uğrayan bir kadının dramını dingin bir anlatı ile seyirciye sunuyor. İyi bir fikrin yeterince olgunlaşmadan filme dönüşmesi sonucunda, sıradanlaşan hikayesi filmin belki de en büyük baş ağrısı olarak öne çıkıyor. Görsel olarak son derece tatmin edici karelerin oluşturduğu sinematografisine rağmen, havada kalan konusuyla ufak bir hayal kırıklığına dönüşüyor.
Experimenter – DENEY
Sosyo – psikolog Stanley Milgram’ın bir dönem dünyaca ünlenmesine neden olan deneyleri anlatırken, bu deneylerin basın önünde popülerleşmesi sonucunda kamuoyu ve politikacıları rahatsız etme sürecinin gözler önüne seriyor. İnsanların kendilerine verilen emirleri uygulama konusunda ne kadar ileri gidebileceğini ve otoriteye nasıl boyun eğdiklerini adeta üniversitede bir ders anlatır edasıyla anlatan film, yer yer hantallaşarak 90 dakikalık süresinin, 120 dakika hissedilmesine yol açıyor. Özellikle Milgram’ı canlandıran oyuncu Peter Sarsgaard’ın kameraya bakarak anlattığı hikayesi, karısıyla tanışma süreci, evliliği ve sosyal hayatı klasik sinemaya yakın dursa da, filmin genelinde tercih edilen belgesel sinemaya yakın bir anlatım dili kullanılması seyircinin yaklaşımını etkilemişe benziyor. Filmin sinemasal bir deneyimden çok, okullardaki eğitim filmlerine evrilmesi ve sinematografinin iki boyutluluğu filmin eksileri olarak belirtilebilir. Onca eksiğine rağmen anlattığı bulgular eşliğinde aslında sosyolojik olarak tüyler ürpertici gerçekleri gün yüzüne çıkarması açısından da denenmesi gereken bir deneyim olarak özetlenebilir.
Not: Filmin adının Deney yerine Deneyci olarak çevrilmesinin aslında aynı isimli filmlerin karışmaması açısından daha doğru olacağını söyleyebilirim.