30.05.2017

William Friedkin: The Exorcist ile Akılda Kalanlar

Asıl anlamı “şeytan çıkaran kişi” olan lakin doğrudan Şeytan olarak çevrilen “The Exorcist”, Türkçe film adı komedyasından nasibini alan filmlerden. Seyirciyle buluştuğu 1973’te bolca ses getirmekten ziyade bolca tepki görmesinin yanı sıra ilerleyen yıllarda bir klasik olarak raflardaki yerini almayı başarır. 2001’de yenilenmiş bir kopyasını izleme şansı yakaladığımız filmin, birbiri ardına devam filmleri çekilse de bu filmler ne yalan söyleyelim ilkinin biricikliğine ulaşamaz. Muhafazakâr kesimin tepkisini çekmekle birlikte The Exorcist, yarattığı fetişist yapı içerisine soktuğu din olgusuyla beraber senaryosunu oluşturan yine aynı isimli kitabın yazarı William Peter Blatty’nin, başka bir açıdan cereyan eden muhafazakâr algısına işaret etmekte. Bu bağlamdan baktığımızda din ve dindarlık kavramının olmadığı bir alana şeytan ve türevi mistik varlıkların girmesi; dinsel ivmede yürümeyen/yürümek istemeyen bireylerin bu kötü gidişatla yüzleşmek zorunda olduğu inancı filmi olağan hikâyesinden daha bir korkunç hale getirmekte. Kitabi hikâyenin getirdiklerine bütünüyle, bütünüyle olmasa bile büyük bir çoğunlukla bağlı kalmak istediğini ilerleyen yıllarda verdiği röportajlarında dile getiren yönetmen William Friedkin’i doğum gününde anarken, onun bilinmeyeni kucaklayan hikâyesi The Exorcist’i set bilinmeyenleriyle listeliyoruz:

Başrol oyuncusu Linda Blair’in setten sonra akli dengesini kaybettiğine dair bir rivayet var. Linda’nın film sonrası destek aldığı doğru ancak ciddi bir problemi olmamakla beraber Friedkin’in ona uğurlu bile geldiğini söyleyebiliriz.

“Biliyor musun The Exorcist diye korku bir filmi var. Sette ölenler olmuş; yangın filan çıkmış!”

Hemen hemen çocukluk ve gençlik döneminde, hele ki kiralama dönemi dediğimiz döneme denk gelenlerin film kataloglarını karıştırırken söylediği şeylerdir bunlar. Doğruluk yahut yanlışlık payı pek de önemli değildir. Önemli olan kulağa gelen bu şaşkınlık ve ürkünçlüktür. Evet, o film The Exorcist’tir. Kulaktan kulağa yayılan bu bilgilerin doğruluk payı yarı doğru, yarı değildir. Esas olan şu:

Sete başlanacağı sırada yönetmen Friedkin’i yapımcı William Peter Blatty arar ve setin başlayamayacağını söyler. Nedenini soran Friedkin’e setin bir kısmının aniden yandığını dile getirir. Lakin sonraki araştırmalarda bunun sebebinin yüksel ihtimalle bir elektrik kaçağı sonucu olduğu ihtimali üzerinde durulur.

Çekimler esnasında ölenler ibaresinin aslı ise çekimlerin ilk günü hayatını kaybedenin Max von Sydow’un kardeşi olması. Yani hayatını kaybeden setten biri değil; sette çalışan oyunculardan birinin kardeşi. Jack MacGowran’ın ise son set deneyimi olur. Setin kapanmasına bir gün kala hayatını kaybeder. Yani son filmi olur. Eğer bu bir uğursuzluksa, Kubrick’in ölümündeki uğursuzluk nerede?

The Exorcist ve türevlerinin gerçek bir hikâyeye dayandığı hep söylenegelir. Bu durum daha çok prim yapmak ve filmin merak unsurunu körükleyerek izleyiciyi filme çekmekle alakalı ekonomik bir süreçtir aslında. Yanlış olan ise hikâye yazarının birebir yaşanmış bir olayı değil; etkilendiği bir Cizvit rahibin hayatından yeni bir hikâye yaratması.

http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/articles/A18767-2005Mar8.html

İblisin rahatsız eden sesi. Filme başlamadan önce yönetmen Friedkin’in büyük bir hassasiyet gösterdiği kısımlardan biri. Bir iblisin sesinin cinsiyetsiz olması gerektiğine kanaat getiren yönetmen, dönemin drama okullarını, radyolarını gezerek uygun ses arayışına girer. Aradığı sese en uygun olan 2004 yılında hayatını kaybeden Mercedes McCambridge olur. Yönetmen istediği sesi elde edebilmek adına McCambridge’e düzenli periyotlarla bir ay boyunca çiğ yumurta içirir ve oyuncu bıraktığı tütününe tekrar sarılmak zorunda kalır.

İsveçli aktör Max von Sydow filmin çekileceği dönemde kırk üç yaşında olduğundan oyuncuyu daha çok yaşlandırmak için dört saat makyaja tabi tutulur. Onu en çok yoran şey ise bu makyajdan ziyade çöl atmosferi için ortam ısısının 120° ye kadar yükseltilmesi olmuş.

Yönetmen 12 yaşındaki bir çocuğun arayışı ile yaklaşık 2000 çocukla görüşür. Son kararı umutsuzca beklediği bir anda Linda Blair ile kılar.

Hazır Regan demişken o sevimsiz sahneye gidelim. Regan’ın kustuğu şey yememek için zor durduğu bezelye çorbası ve fıstık ezmesinden başka bir şey değildir.

Yönetmen Friedkin’in oyuncularında doğal tepkileri yakalamak için onları ansızın korkuttuğu ya da elbiselerine gizlice ip bağlayıp, hiç ummadıkları bir anda bu ipi çekip oyuncularını düşürdüğü ve bu kayıtları filme dâhil ettiğini biliyor muydunuz?

Son olarak geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Filmlere İlham Veren Resim ve Ressamlar” listesinde de değinilen bu ürkütücü eve ilham kaynağı olan Rene Magritte’in “Empire of the Light” isimli çalışmasından başkası değildir.