31.07.2019
Yuli: Sosyalizmin Bağrından Yükselen Bir Büyüme Hikâyesi
Yazarın Film Puanı: 10/7
Bundan yaklaşık bir ay kadar önce vizyona giren Ralph Fiennes imzalı The White Crow (Beyaz Karga) filmi ile sinemaseverler olarak efsane balet Rudolf Nureyev‘in hayatına tanıklık etmiştik. 1961 yılında Kirov Balesi ile birlikte Paris’e gittiğinde Fransa’dan sığınma hakkı istemesine kadarki sürece giden zamana tanıklık ettiğimiz filmde dönemin komünist SSCB’sinde yetişen ve Batı’nın cezbedici yüzü ile karşılaştığında biraz olsun yalpalayan ve yaşamış olduğu ülkeye olan duyguları değişen baletin zihnindeki dünyayı anlamaya çalışmıştık. Geçtiğimiz hafta vizyona giren Yuli adlı filmde de sosyalizmin iliklere kadar yaşandığı Küba’dan dünyaya açılan dansçı Carlos Acosta‘nın hayatına farklı bir hikaye ile tanıklık ediyoruz. Benzer idare şekilleri ile yönetilen bu iki ülkeden çıkan dansçıların hayat hikayesi son zamanlarda beyazperdede izlediğimiz müzisyen ve yazar gibi kişilerin hayat hikayelerine ek olarak dansçıların da hayatlarına tanık olmamıza olanak sağlıyor. Türlü zorluklarla geçen yaşamında babasının zorlaması ile dansçı olarak devam eden bir çocuğun yıllara yayılan hikayesimi anlatan filmi biraz daha derinlemesine inceleyelim.
Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 66. San Sebastian Film Festivali’nde yapan ve En İyi Senaryo ödülünü kazanan film, ülkemizde ise ilk olarak bu sene gerçekleştirilen 38. İstanbul Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. Film, Kübalı ünlü dansçı Carlos Acosta’nın hayatını aktarırken, bir yanıyla da hiç istekli olmayan bir çocuğun dansçı oluş hikâyesini anlatıyor. Sokaklarda zaman geçirmeye alışkın, hür ruhlu Yuli’deki yeteneği sezen babası, çocuğu zorla Küba Ulusal Dans Okulu’na yazdırır. Zaman geçtikçe Yuli de kendi içindeki sese kulak verir. Afrika tanrısı Ogun’un oğlunun adını taşıyan Yuli, tabuları yıkarak Londra Kraliyet Balesi gibi saygın kurumlarda sahneye çıkan ilk siyah balet olur. İspanyol yönetmen Icíar Bollaín‘in Ken Loach’un efsane senaristi Paul Laverty tarafından yazılan senaryodan uyarladığı ve Carlos Acosta’nın kendini canlandırdığı film, sanat, kökenler, fedakârlık, cesaret, aile ve azim hakkında hareketli, renkli ve güçlü bir yapım.
Ailemizin Kararı mı Bizim Kararımız mı?
Yıllara dayanan bir başarı hikayesini her yönüyle anlatmayı başaran film, başarılı bir biyografik yapım olarak dikkat çekmeyi başarıyor. Küçüklüğünden bu yana dansa meraklı siyahi bir çocuk olan Carlos, başarılı dans figürleri ve dansa olan tutkusuna rağmen idolü Pele gibi futbolcu olmak istemektedir. Futbolcu olmasının önündeki en büyük engel ise kendisinin yeteneğini boşa harcamasını istemeyen ve onu dansçı yapmak için zorla bir dans okulunun seçmelerine götüren babasıdır. Hayallerinin peşinden koşmak isteyen bir çocuk için en büyük engelin ailesinin seçimi olduğunu gördüğümüz filmde Carlos’un babasının da kendince haklı gerekçeleri vardır.
Küba’nın Gururu: Carlos Acosta
Devrimden çıkmış ve ağır ekonomik yaptırımlarla boğuşan bir ülke olan Küba’da yaşamaları onlar için en büyük zorluktur. Halkın büyük çoğunluğunun açlıkla boğuştuğu ülkede iyi getirisi ve prestiji olabilecek bir meslek sahibi olmak hiç kuşkusuz en önemli şeydir. Yeteneği ile dans okulundaki seçmelerde ön plana çıkan ve geleceği parlak görülen Carlos’un dansçı olmak istememesi ve derslerden sık sık kaçması babası ile film boyunca devam edecek çatışmanın bir diğer unsuru olur. Babasının, damarlarından kölelik kanı akan bir ailenin kaderini değiştirme çabasına boyun eğmek zorunda kalan Carlos, ilerleyen yıllarla beraber kendinden beklenen başarı basamaklarını teker teker çıkar ve Küba’nın en yetkin dansçılarından biri olarak Londra Kraliyet Balesi’nden teklif alarak hayatı tümüyle değiştirir.
En Büyük Seçenek: Dans
Film boyunca karakterimizin içinde bulunduğu aile ortamı ve yaşadığı ülke için çizilen tüm etkenler aslında Carlos’un istemeden de olsa zorla katıldığı yolda yürümesine imkan sağlıyor. Aslında o da biliyor ki yaşamış olduğu hayattan parlak yıldızlı bir gökyüzüne yükselmesinin en kısa yolu buradan geçiyor. Dolayısıyla bu uğurda her ne kadar zorluklar ve türlü türlü kafa karışıklığıyla yalpalasa da en iyi yaptığı şey olan dansın gücü kendisinin doğru yolda ilerlemesine olanak sağlayarak ülke tarihi ve kendi ırkı açısından da kırılma noktası taşıyor. Her ne kadar en çok babası ile çatışma yaşasa da en büyük destekleyicisinin ve yol göstericisinin babası olması da hikayeyi bir başka yönden anlamlı kılmayı başarıyor.
Artısıyla Eksisiyle
Film boyunca hikâyenin anlatımında karakterin çocukluğundan günümüze ulaşan doğrusal bir anlatım klasik biyografi anlatımına göz kırpsa da Carlos’un kendisinin yer aldığı kısımlar da hikaye anlatımında bir farklılık yaratıyor. Açılış anından itibaren son derece renkli ve canlı müziklerin eşlik ettiği filmde, dönemin Küba’sına ait de çıkarımlar yapılabiliyor. Kendi kendine yetmeye çalışan bir ülke olan Küba’nın belki de en güzel yanlarından biri olan birbirinden güzel renklerde olan klasik otomobiller de filmin göz alan noktasıydı. Göze hitap eden dans sahneleri de filme değer katan en önemli unsurdu aynı zamanda. En can alıcı noktaların başarılı bir şekilde işlendiği film, böylelikle Carlos Acosta’yı tanımayanlar için de didaktik bir film olmayı başarıyor.